Asi, mütayit, şişman, Ermeni

Asi, mütayit, şişman, Ermeni

Haberin başlığı o kadar kışkırtıcı ki, "Aman şunu bir an evvel okuyayım" diye hırs basıyor insanı,

-Nişanyan uslanmıyor!..

Ve ardından izahatı: "Kanunları hiçe sayıp devlete meydan okuyan yazar Sevan Nişanyan'ın, Şirince'de yaptığı 12 kaçak bina için daha yıkım kararı alındı."

Breh breh... İdamlık ithamlar bunlar; hatta ithamdan da öte kesinleşmiş, eski tâbirle sübût bulmuş cürümler; hem kaçak bina yapıyor, hem kanunları hiçe sayıyor, hem devlete meydan okuyor, hem de uslanmıyor. Üstelik adı da bir tuhaf, Ermeni olmasın? Evet evet, üstelik bir de Ermeni! Peki, fiziki durumu nasıl acaba? Şişman olabilir mi; fotoğraflarından anladığımız kadarıyla, evet, şişman denilmese de "toplu" sayabiliriz.

Bak bak bak! Üstelik bir de şişman ha!

-Bostancı, tiz götür şu uğursuzu!

... Demek vardı ama artık denilemiyor; artık monarşi devrinde değiliz; elhamdüllilah devr-i dilârâ-yı cumhuriyetteyiz; böylelerini bostancıyı çağırıp cellada teslim etmiyoruz...

Daha beterini yapıyoruz, gazetelere veriyoruz; netekim yukardaki haber o cümledendir!

Ne olup ne bitiyor, biraz bilgi verelim: Sevan Nişanyan ismini hatırlarsınız; yakın zamanlara kadar Taraf gazetesinde "Kelimebaz" köşesinde etimolojiye dair çok renkli ve okunası yazılar kaleme alıyordu; Nişanyan'ın kaçak bina yapmak gibi bir zevki, hatta zevk ne kelime bir meşgalesi olduğunu bilmiyordum. Wikipedia'da Nişanyan'ın artık tehlikeli boyutlara ulaştığı anlaşılan "korsan mütayitlik" hobisi hakkında şu bilgilere rastladım:

"Çeşitli yayınevleri için seyahat kitapları kaleme aldı. 1998'de Küçük Oteller Kitabı'nı, ilk kez yayımladı. Türk turizmine kitle turizmi dışında yeni bir yön kazandırma çabası olarak görülebilecek Küçük Oteller Kitabı'nı her sene yenileyerek bir referans kitabı haline geldi. 1995 yılında eşiyle birlikte İzmir'in Selçuk ilçesinin Şirince köyüne yerleşen Nişanyan, bu köyde geleneksel mimari dokuyu korumak ve canlandırmak için yaptığı çalışmalarla tanındı. Eski köy evlerini geleneksel tarzda onararak oluşturduğu Nişanyan Evleri adlı otel 1999'da işletmeye girdi. Şirince'de yıkılmakta olan evleri resmi izin olmadan restore ettiği gerekçesiyle 2001 yılında 2863 sayılı yasa kapsamında 10 ay hapis yattı."

Şaka gibi bir şey ama gerçek; eski köy evlerini geleneğe uyarak onarıp (Butik otel mi diyorlar şimdi böyle şeylere?) yeniden içine insan girecek hale getirdiğiniz zaman iki şey yapmış oluyorsunuz:

a- Bir taşın üstüne taş koyuyorsunuz; yapıcı tarafınızın yıkıcı yanınızdan daha baskın olduğunu gösteriyorsunuz; ecdad yadigârına hürmet ediyorsunuz, insanları tabii hayata, sakin, yumuşak ve yeni bir hayata çağıran çok aklıbaşında bir faaliyette bulunuyorsunuz.

b- Kanunları çiğniyorsunuz; ruhsatsız inşaat yapıyorsunuz. Falan kanunun filan yönetmeliği mucibince korunmaya değer tarih ve tabiat varlıklarının canına okuyorsunuz!...

Şimdi soruyorum sizlere: Kırk katır mı ister canınız, kırk satır mı?

-Niçin kırk katırla kırk satır arasında tercih yapmaya zorluyorsunuz a efendim, bu memlekette kanuna uygun iş yapmak imkânsızmış gibi konuşuyorsunuz diye kızanlarınız olacaktır. Bu gibi iyimser arkadaşlara Nasreddin Hoca'nın damdan düşme hikâyesini bir daha okumalarını tavsiye ederim kısaca, hani sonunda hocanın inleyerek, "Siz gidin, bana da bir damdan düşen bulun ki, derdimi anlasın" diye hikâye hani...

Sene 1977 veya 78. Sivas'ta meşhuur Ulucami'nin üç dört metre kenarından şehrin ikinci derece arterlerinden çift şeritli bir yol geçirilecek. Bilenler bilir, Ulucami'nin minaresi doğuya doğru sekiz-on derece eğiktir. O tarihlerde araştırmacı gazeteciyim ve üstelik gazetecilik yaptığım gazetenin de yazı işleri müdürüyüm!

Manşeti şöyle çektim: Buradan yol geçiremezsiniz; ağır kamyon ve araçların titreşimi minareyi tehlikeye sokar; bıdı bıdı bıdı... vıdı vıdı vıdı!..

Konuyla ilgili uzmanlar, sanat tarihçileri, imarcılar, şehir plancıları, tabii ve tarihî eserleri koruma uzmanları aldırış bile etmediler benim bu korumacı manşetime, "Hiçbir şey olmaz" demeye getirdiler. Yol açıldı, neredeyse çeyrek asırdan beri o eğri minarenin dibinden gümbür gümbür ağır vasıtalar gelip geçiyor.

Hiçbir şey olmuyor!

O gün anladım ki, bu gibi eserleri korumakla korumamak arasında bilimsel bir kriter yoktur; yersen yoğurt içersen ayrandır. Nitekim aynı kurullar üç-dört sene önce aynı camiin son cemaat mahallinin "restore" edilmesine karar verdiler ve iki sayfa sanat tarihi okuyan herkesi güldürecek bir iş ortaya çıkardılar. Duyduğuma göre şimdilerde bu restorasyonu nasıl restore edeceklerini düşünüyorlarmış!

Ne demeye getiriyorum?

Şunu söylüyorum; Sevan Nişanyan gibi adamlara Ağa Han mimarlık ödülü de verilebilir bu ülkede, kaçak yapıda ısrar ediyorsun diye hapse de atılabilir; üstelik aynı eylemden dolayı.

Ölçüsü yoktur, endazeye gelmez, öngörülemez. Kırk adımdan iğneyi atıp ipliğe geçirmeye benzer; hem ceza gerektirir hem mükâfat!

Fakat bu Nişanyan ters adam; öyle aşağıdan alıp, "Ben ettim siz etmeyin, şu 'hörmeti' kabul buyurun; düzelir bu işler, sakin olalım, yeniden düşünelim" diyerek meseleyi usûletle çözmek taraftarı değil. Bakınız yaptığı binalar hakkında yıkım kararı verenlere gösterdiği tepkiye,

-Bu memlekette herkes vandal değil (yıkımdan zevk alan insan). Bu bir tür kişilik bozukluğudur. Vicdan sahibi insanlar da var. Devlet kademesinde bulunan vandalların hangi kararları aldığı da beni ilgilendirmiyor...

Aslında daha ters şeyler de söylemiş ama ben bir kısmını sansürledim; ne olur ne olmaz...

Efendim, bu mevzuda söyleyeceklerim bitmedi; nasib olursa kanunsuz bina meselesine (Ki benim inşaatım da mühürlenmişti vaktiyle!) önümüzdeki hafta yine devam edeceğiz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi