Oruca veda
Oruç tutmaya ilkokul yıllarımda başladım. Galiba 7-8 yaşlarındaydım. Beni sahura annem kaldırırdı. Karnımı doyurduktan sonra;
“- Git bak bakalım. Oruç kapıların arkasında mı? Yakala getir!” derdi. Gidip bütün kapıların arkasına bakardım. Gelip derdim ki:
-Anne oralarda oruç yok!
- Aaaa! derdi: Demek ki bu gece gelmedi. Yarın gece gelirse tutar getirsin!
Bir sonraki sahurda, orucu yakalamak hülyasıyla başımı yastığa kordum. Annem, öğleye kadar bana bir şey yedirmezdi.
Annem derdi ki: “Çocukların tekne orucunda öğle yemekleri vardır...”
Öğle yemeğini yedikten sonra, bize gelen bazı akrabalarımız, beni sırtlarına alarak, bahçemizde gezdirirlerdi. Akşam, iftar vaktine kadar “Tekne orucu tuttuğum için” bir şey yemezdim. Bu “Tekne orucu” galiba 2-3 yıl devam etti.
Sonraları anladım ki, benim güzel annem, beni oruca “Tekne oruçlarıyla” alıştıra alıştıra hazırlıyormuş.
On yaşıma girdiğim zaman annem dedi ki: “Tamam artık dedi. Bundan böyle Tekne orucu yok! Bizim gibi oruç tutacaksın!”
Ben on yaşımdan itibaren muntazaman oruç tutmaya başladım. Yurt dışına çıktığımda da orucumu bozmadım. Tam 65 yıl anlatılmaz bir huzurla oruç tuttum. 1961 yılında, 54. dönem yedek subay okuluna yaz döneminde yazıldım. Havalar sıcaktı, eğitimler yorucuydu, zordu. Bölüğümüzde oruçlu olan birkaç kişiden biri de bendim.
Bir gün: “Bu asırda hâlâ mı oruç?” diye soran birkaç zavallı bölük arkadaşımla aramızda şiddetli bir münakaşa oldu.
Tesadüfe bakın: Bir gün sonra Cumhuriyet gazetesinde, Batılı tıb doktorlarının orucun faydalarını anlatan yazıları çıkmasın mı?..
Gandi’yi 70 yaşında muayene eden doktorlar, onda 40 yaşındaki bir kimsenin zindeliğini görünce şaşırmışlar. Gandi demiş ki:
- Ben ömrümün yarısını oruç tutmakla geçirdim.
İngiltere Başbakanı Çörçil: 48 saat yemeden duruyormuş. İngilizler buna “Yememek kürü” diyorlarmış...
Üniversite mezunu bizim gençlerimiz, Batı dünyasında yapılan tesbitleri görünce seslerini kestiler. Ah bizim, Batı dünyasına kayıtsız-şartsız teslim olan köksüz-ruhsuz insanlarımız.
Benim en huzurlu aylarım, hep ramazan ayları oldu. Ramazanın en çok, ama en çok ilk üç gününde oruç kendisini bana hissettirirdi. Canım okumak, yazmak istemezdi. Ondan sonra oruçlu olduğumu tamamen unuturdum. Aklıma ne açlık, ne susuzluk gelirdi. O kadar ki akşam ezanı okunduğunda ben önce namaza dururdum.
Ve ramazan aylarında, orucu, halkımız gibi tutmazdım. Yani, elimle de, dilimle de, gözümle de, kulağımla da... oruçlu olurdum.
Ve iftar sofralarında, sair günlerde ne kadar yiyorsam, o kadar yerdim. Bazı anneler, çocuklarına acıdıkları için onlara oruç tutturmuyorlar.
Bu, çok yanlış bir değerlendirme. Çocuklarını seven anneler, onları mutlaka oruç tutmaya alıştırmalıdırlar.
Ben ciddi bir rahatsızlık geçirdiğim için ilk defa bu yıl doktor tavsiyesiyle oruç tutamıyorum. Anlatılmaz bir hüzün içindeyim. Oruçlu kişilere imreniyorum. Kanunî Sultan Süleyman ne kadar doğru söylemiş: “Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi/Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi...”
Oruç tutmaya ilkokul yıllarımda başladım. Galiba 7-8 yaşlarındaydım. Beni sahura annem kaldırırdı. Karnımı doyurduktan sonra;
“- Git bak bakalım. Oruç kapıların arkasında mı? Yakala getir!” derdi. Gidip bütün kapıların arkasına bakardım. Gelip derdim ki:
-Anne oralarda oruç yok!
- Aaaa! derdi: Demek ki bu gece gelmedi. Yarın gece gelirse tutar getirsin!
Bir sonraki sahurda, orucu yakalamak hülyasıyla başımı yastığa kordum. Annem, öğleye kadar bana bir şey yedirmezdi.
Annem derdi ki: “Çocukların tekne orucunda öğle yemekleri vardır...”
Öğle yemeğini yedikten sonra, bize gelen bazı akrabalarımız, beni sırtlarına alarak, bahçemizde gezdirirlerdi. Akşam, iftar vaktine kadar “Tekne orucu tuttuğum için” bir şey yemezdim. Bu “Tekne orucu” galiba 2-3 yıl devam etti.
Sonraları anladım ki, benim güzel annem, beni oruca “Tekne oruçlarıyla” alıştıra alıştıra hazırlıyormuş.
On yaşıma girdiğim zaman annem dedi ki: “Tamam artık dedi. Bundan böyle Tekne orucu yok! Bizim gibi oruç tutacaksın!”
Ben on yaşımdan itibaren muntazaman oruç tutmaya başladım. Yurt dışına çıktığımda da orucumu bozmadım. Tam 65 yıl anlatılmaz bir huzurla oruç tuttum. 1961 yılında, 54. dönem yedek subay okuluna yaz döneminde yazıldım. Havalar sıcaktı, eğitimler yorucuydu, zordu. Bölüğümüzde oruçlu olan birkaç kişiden biri de bendim.
Bir gün: “Bu asırda hâlâ mı oruç?” diye soran birkaç zavallı bölük arkadaşımla aramızda şiddetli bir münakaşa oldu.
Tesadüfe bakın: Bir gün sonra Cumhuriyet gazetesinde, Batılı tıb doktorlarının orucun faydalarını anlatan yazıları çıkmasın mı?..
Gandi’yi 70 yaşında muayene eden doktorlar, onda 40 yaşındaki bir kimsenin zindeliğini görünce şaşırmışlar. Gandi demiş ki:
- Ben ömrümün yarısını oruç tutmakla geçirdim.
İngiltere Başbakanı Çörçil: 48 saat yemeden duruyormuş. İngilizler buna “Yememek kürü” diyorlarmış...
Üniversite mezunu bizim gençlerimiz, Batı dünyasında yapılan tesbitleri görünce seslerini kestiler. Ah bizim, Batı dünyasına kayıtsız-şartsız teslim olan köksüz-ruhsuz insanlarımız.
Benim en huzurlu aylarım, hep ramazan ayları oldu. Ramazanın en çok, ama en çok ilk üç gününde oruç kendisini bana hissettirirdi. Canım okumak, yazmak istemezdi. Ondan sonra oruçlu olduğumu tamamen unuturdum. Aklıma ne açlık, ne susuzluk gelirdi. O kadar ki akşam ezanı okunduğunda ben önce namaza dururdum.
Ve ramazan aylarında, orucu, halkımız gibi tutmazdım. Yani, elimle de, dilimle de, gözümle de, kulağımla da... oruçlu olurdum.
Ve iftar sofralarında, sair günlerde ne kadar yiyorsam, o kadar yerdim. Bazı anneler, çocuklarına acıdıkları için onlara oruç tutturmuyorlar.
Bu, çok yanlış bir değerlendirme. Çocuklarını seven anneler, onları mutlaka oruç tutmaya alıştırmalıdırlar.
Ben ciddi bir rahatsızlık geçirdiğim için ilk defa bu yıl doktor tavsiyesiyle oruç tutamıyorum. Anlatılmaz bir hüzün içindeyim. Oruçlu kişilere imreniyorum. Kanunî Sultan Süleyman ne kadar doğru söylemiş: “Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi/Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi...”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.