Şimdi zekâtla ekonomik kalkınma zamanı
Eskiden, aydınlatma kandillerden sağlanırmış. Kandile zeytinyağı konur; fitil de yanardı. Camilerde aynı uygulama vardı.
Adamın birisi fenâ halde acıkmış. Ekmeği kandil yağına banıp banıp yiyormuş. Müezzin mi, imam mı, cemaatten birisi mi, onu görmüş:
“Vay, ne yapıyorsun; niçin kandilin yağızını yiyorsun!”
Şu cevabı vermiş:
“Beyt (ev), beytullah, zeyt (yağ) zeytullah, ene fakirullah, sana ne?”
«««
Zekât, emeğin korunması, dolayısıyla fakirin korunmasıdır.
Herşey bir şey üretir. İnsan da bu dünyaya bir değer üretmek için gelmiştir. Ve insanın en kıymetli ürünü; kendi eliyle kazandığıdır, üretimidir.
«««
Şimdi zekât zamanı, fakirleri sevindirme, aynı zamanda da ekonomik açıdan zekâtla kalkınma zamanı. Bu ne demektir?
Zekât, bir yönüyle sosyal hayatta dayanışmayı sağlarken, öbür cephesiyle kalkınmayı getiriyor. Bir taraftan ihtiyaçlar, bir yandan zekât; (ne kadar çok olursa olsun) “duran, hantal” parayı yer bitirir. Tükenmemesi için piyasaya sürülmesi, arttırılması ve “üretim”e kaydırılması gerekir.
Zekât, parayı piyasaya yöneltir! Böylece o para, yatarıma, üretime ve dolayısıyla ekonomiye kazandırılıyor. O takdirde de iş sahası açılıyor, üretim artıyor; kalkınma ve refah sağlanıyor; fakir ve işsizlere de iş sahası açılmış oluyor. Onlar da alınlarının akıyla çalışıyor, el emeğiyle kazanıyor, zekâta muhtaç olmaktan kurtuluyor ve hatta zekât verir hâle geliyor.
Zekâtın bir diğer önemli özelliği, mal bağımlılığını yok etmesidir. Yani, nefs-i emmâre, emeğini, parasını asla başkasına vermek istemez. Bu, yemek, alkol ve uyuşturucu bağımlılığı gibi bir şeydir. Zekât vererek, bu bağımlılığı öldürüyorsunuz. O zaman, sadaka, karz-ı hasen, yardım, mâlî destek ve sair yardımlara da yönlendirir insanı. Zekât verebilmek için de kuvvetli bir imana sahip olmak gerekir. Bir âyette; “Müminler ki, eğer kendilerine yeryüzünde iktidar verirsek namazı kılar, zekâtı verirler, iyiliği emreder ve kötülükten nehyederler. İşlerin sonu Allah’a varır” denir.
Zekât, toplumsal hayatın devamını sağlayan, aradaki gelir uçurumu farkını kaldıran; alt grupların kin ve nefretlerini törpüleyen bir köprüdür. “Heyet-i içtimaiyenin hayatını koruyan intizamın en büyük şartı, insanların tabakaları arasında boşluk kalmamasıdır. Havas kısmı avâmdan, zengin kısmı fukaradan hatt-ı muvasalayı kesecek derecede uzaklaşmamaları lâzımdır. Bu tabakalar arasında muvasalayı temin eden zekât ve muavenettir. Halbuki vücub-u zekât ile hurmet-i ribaya (faizin haram kılınmasına) müraat etmediklerinden, tabakalar arası gittikçe gerginleşir, hatt-ı muvasala kesilir, sıla-i rahim kalmaz. Bu yüzdendir ki, aşağı tabakadan yukarı tabakaya ihtiram, itaat, muhabbet yerine ihtilâl sadaları, haset bağırtıları, kin ve nefret vaveylaları yükselir.” (Bediüzzaman, İşârâtü’l-İ’câz, s. 49)
Zekât müessesesinin bir inceliği daha vardır: Zekâtı verenler asla minnet edemez. Çünkü, kulu yaratan Allah, o kula malı veren Allah, kullarına verilmesini emreden Allah!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.