Ne makam ne güç baki; İlker Başbuğ da gitti
Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un bazı icraatlarına yaklaşık 45 gün önce Samanyolu Televizyonu Ankara Temsilcisi Abdullah Abdulkadiroğlu bir neşter vurmuştu. Ben de o tespitleri bekletiyordum. Şimdilik şeref madalyasına layık görülmeyen Eski Genelkurmay Başkanı ile ilgili Abdullah Abdulkadiroğlu’nun tespitleri şöyle:
“Başbuğ’un sözlerinin büyük bölümünü hayretler içinde dinledik. Bunları konuşan kişinin Türk ordusunun başı olduğuna ihtimal vermek gerçekten zor. Bir o kadar da üzücü.
Başbuğ’a lav silahına boru dedirten de, ıslak imzalı millete komplo belgesine kağıt parçası dedirten de, topraktan fışkıran ve ülkede kaos oluşturmak için gömüldüğü iddia edilen silahlar için ‘gömülü silahımız yok’ dedirten de, ‘Allah Allah diye taarruza geçen asker nasıl cami bombalar’ dedirten de, kürsü yumruklatan da, ‘Allah belasını versin’ dedirten de, ‘Lanetliyorum’ diye bağırtan da hep, TSK içinde demokrasiyi, milli iradeyi, halkın seçtiğini içine sindirememiş insanların varlığıydı.
Onun döneminde Karargah’ta darbe planı belgeleri yakıldı, bilgisayarlarda temizlik yapıldı. Darbe karşıtı, demokrasi yanlısı açıklamalar yapan devlet görevlileriyle ilgili hükümete baskı yapıldığı hatta bir valinin görevden aldırıldığı iddia edildi.
Darbe suçundan sanık olan komutanlarla ilgili yargıya baskı iddiaları hiç gündemden düşmedi. Bir orgenerali ifadeye çağıran savcılar görevden alındı. Bunların hepsi demokrasiyle birebir bağlantılı konulardı. Demokrasiyi istemeyenlerin kullandığı en kolay argüman olan terör bugünlerde yeniden azdırıldı. Her gün şehit haberleri geliyor.
Tansiyonun; akılcı politikalarla düşürülmesi gerektiği bir dönemde, görevi sona ermek üzere olan Genelkurmay Başkanı giderayak kendini ülkeyi yöneten sivil iradenin yerine koyarak gerilimi tetikleyecek açıklamalar yapıyor.
Darbe planlarıyla mücadele sürerken Başbuğ, polisi hedef gösterip kurumlar arası çatışmaya zemin hazırlıyor. Durdukları yeri, savundukları fikirleri kabul edin etmeyin bu ülkenin vatandaşları tarafından seçilmiş milletvekillerine dağı adres gösteriyor.
Başbuğ devletin politika olarak benimsediği demokratik açılımla kazanılmaya çalışılan Doğu ve Güneydoğu’daki gençleri sınırın dışına itiyor. TSK içindeki ihanet yapılanmasını deşifre edip demokratikleşme çabalarını yeşertmeye çalışanları kanı bozuklukla, Türk kanı taşımamakla itham ediyor.
Türkiye; anayasasını değiştirip ayırımcılığın ve istismarın önüne geçen daha demokratik bir ülke olmaya çalışırken, ülkenin Genelkurmay Başkanı kan üzerinden, ırk üzerinden konuşuyor. Hepsinden de talihsizi Başbuğ; PKK’nın şanslı bir örgüt olduğunu söyleyerek terörle mücadeleye büyük sekte vurabileceğinin farkında olmuyor.
Kendi ordusunun en tepesindeki komutanının ‘PKK şanslı bir örgüt’ dediğini duyan sınırdaki askerde siz cesaret mi bırakırsınız? Başbuğ bu açıklamasının terörün dindirilmesi için çabalayan hükümeti zor durumda bırakacağını, ülkedeki terör provokasyonlarını artıracağın düşünmüyor mu?
Maalesef demokrasiye bağlılık karnesi zayıf olan Başbuğ daha demokratikleşmiş bir Türkiye çabalarına, yaptığı açıklamalarla sekte vuruyor. Bu yüzden referandum çok önemli. Her ne kadar Anayasa Mahkemesi yetkisini aşıp esasa girdiyse de bu referandumda anayasa değişikliği kabul edilirse artık yargı eskisi gibi olmayacak.
Demokrasi önce yargıdan başlayacak. Bu referandumdan kabul çıkarsa, Anayasa Mahkemesi belki de bundan sonra yetkisini bir daha hiç aşmayacak. Ve yüksek yargıdan başlayan bu demokratikleşme süreci Gediktepe’ye kadar uzanacak.
Dağa çıkmayı düşünen de, belki dağdaki de, bugüne kadar istismar edilen de, korkutulan da, demokrasinin gölgesi altında kendini güvende hissederse ancak o zaman acılar diner. Bunun için 12 Eylül referandumu sözün başladığı yer olacak.”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.