Mustafa Çelik

Mustafa Çelik

Kur’an’a inkılâp olunma ayı Ramazan

Kur’an’a inkılâp olunma ayı Ramazan

Ramazan ayında Kur’an-ı Kerim’in nazil olduğu Kur’an ayetleriyle sabittir. Kur’an-ı Kerim Ramazan ayında indirilmiş ve her Ramazan’da sanki yeniden nâzil oluyormuş gibi tazeliğini muhafaza etmiş ve kıyâmete kadar da edecektir. Şehr-i Ramazan, şehr-i Kur’an’dır. Allahû Teâla buyuruyor:
“Ramazan öyle bir aydır ki, insanlara yol gösteren, doğrunun belgelerini içeren ve doğruyu yanlıştan ayıran Kur’ân o ayda indirilmiştir” (Bakara Sûresi/185)
Şehr-i Ramazan’da genelde bütün insanlardan, özelde ise Mü’minlerden beklenen en erdemli davranış, Kur’an’a inkılâp olunmadır. Hayatta önemli olan genelde insanların özelde ise Mü’minlerin Ramazan ayında Kur’an’a inkılâp olunmalarıdır. Yani Kuran’a dönmeleri, hayatlarının sevkü idaresini kesinkes Kur’an’a bırakmalarıdır. Şurası bir hakikattir ki; Ramazan ayı kutsallığını vahiyden almıştır. Bunun insana verdiği mesaj vardır: Vahiy indiği ayı böylesine mübarek kılıyorsa, indiği geceyi bin aydan/bir ömürden (bin ay= 83 yıl) daha hayırlı kılıyorsa, ey insanoğlu ya Kur’an vahyi senin yüreğine, hayatına, evine, şehrine, ülkene, devletine inerse ve hâkim olursa senin değerini kaça katlar, bunu hiç düşündün mü? Ramazan; beşeri rejimlerden, Allah’ın hükmünü ve hâkimiyetini dışlayan, hiçe sayan, yerine geçmenin kavgasını veren ideolojilerden, kul kaynaklı kanunlardan, kurallardan vazgeçip Kur’an’a yönelme ve temessük etme ayıdır.
Kur’an’a inkılâp olunma; beşeri sistemlerle her türlü ilişki ve bağlantıyı kesip Kur’an ile idare olunmadır. Kur’an ile idare olunmayan toplumlar, henüz Kur’an’a inkılâp olunmamış toplumlardır. Kur’an’a inkılâp olunmayanlar, Kur’an’a dayalı inkılâbı gerçekleştiremezler.
Asrımızda Kur’an kültürüne sahip olma, entelektüel kapasiteyi artırma, şahsi görüşlerini Kur’an’a söyletme, ayetler üzerinden beyin fırtınaları estirme ve zihin egzersizleri yapma arzusu, genelde insanların özelde ise Müslümanların Kur’an’ı anlamalarına ve uygulamalarına engel oldu. Günümüzün Müslümanları Kur’an’ı uygulamadan, nefislerine, ailelerine, toplumlarına ve devletlerine amir kılmadan okuyorlar, dinliyorlar, tekrar dönüp tekrar okuyorlar ve dinliyorlar. Bu halleriyle şu Kralın sarayındaki erkânının tavırlarını canlandırıyorlar.
Kralın biri, huzurunda el pençe divan duran saray erkânından bir bardak su istemiş. Saray erkânı içinde muhafızlar, şairler, dalkavuklar, medyumlar, müneccimler, kâhinler, din adamları vs. hepsi varmış. Geniş bir halka oluşturmuş halde krallarını ayakta dinliyorlarmış...
Kral su isteyince emri şu şekilde yerine getirmeye başlamışlar:
Şair: “-Yüce efendimiz ve haşmetli kralımızın emrindeki şu zarafete bakın. Böyle bir şiir dünya tarihinde daha söylenmedi: “Su getirin, su getirin, su getirin...”
Dalkavuk: “-Efendim sizin sözünüzün üstüne söz söylenmedi şu âlemde: “Su getirin, su getirin, su getirin...”
Din adamı: “-Her kim bunu günde 100 kez söylerse cennet köşkleri onu bekliyor, aşk ile bir daha: “Su getirin, su getirin, su getirin...”
Medyum: “-Kralımız bu sözüyle gelecek yılın bolluk ve bereket ile geçeğini haber veriyor, şevk ile bir daha: “Su getirin, su getirin, su getirin...”
Kâhin: “-Bana bir su getirin” cümlesinin ebced hesabı ile değeri 2015’dir. Kralımız bu yılda kıyametin kopacağını haber veriyor. O yıla dikkat edin ve bu cümleyi sakın unutmayın: “Su getirin, su getirin, su getirin...”
Velhasıl, bir bardak suyu getiren olmamış ama her yan “Su getirin...” sesleriyle inlemiş...
Günümüzde Müslümanların Kur’an-ı Kerim’e yapmış oldukları muamele bu misalde geçtiği gibidir. Kur’an’ın ayetlerini mekteplerin ve mahkemelerin amir gücü haline getiren yok. Devletin sevkü idaresini Kur’an’a teslim eden yok. Ama Kur’an’ı tekrar tekrar okuyan çok. Kur’an ayetlerini günlük hayatımızın direktifleri haline getirmedikçe, memleketin sevkü idaresini ahkâm-ı Kur’an’a bırakmadıkça bizim yukarıdaki kralın sarayında el pençe duran saray erkânından ne farkımız var? Elbetteki Allah rızası için Kur’an okumak ve dinlemek ibadettir. Ancak Mü’min olarak hepimizin müşterek vazifesi; beşeri sistemleri, cahili gelenek ve görenekleri, bid’at ve hurafeleri elimizin tersiyle iterek Kur’an’a inkılâp olunmamızdır.
Kur’an’a inkılâp olunma; ibadetimizi, siyasetimizi, münasebetimizi Hz. Muhammed (sav)’i üsve-i hasene/ güzel örnek ve önderliğinde Kur’an’dan alıp başkasını (Kur’an’a muhalif beşeri sistemleri) bırakmaktır. Siyasetimiz, siyaset anlayışımız Kur’an’sız tamamen sekülerleşmiş, Kur’an yerine AİHM kararları, Kopenhag kriterleri, Avrupa Birliği hayalleri, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, özgürlük, çağdaş medeniyet seviyesi, evrensel normlar gibi şirk kavram ve kültleri siyasetimize yön verir olmuştur. ‘Müslümanım’ diyen insanların burunlarını bu kavramlar marifetiyle yerlere sürtmektedirler, ne hazindir ki. Kur’an’la siyasi bilincimizi, siyasi okuyuşumuzu doğrultmaz, şirkten arındırmazsak, bir sene daha yolumuza nasıl devam ederiz? Sırat-ı müstakimi, düşmeden, yoldan çıkmadan, sapmadan nasıl yürürüz? Namazımızla siyasetimiz arasındaki kopmaz alakayı Kur’an okumadan nasıl devam ettirebiliriz? Birileri gelip de, “din başka siyaset başkadır; dini siyasete alet etme!” demez mi, biz Kur’an-ı Mübin’i okumadıkça, anlamadıkça ve uygulamadıkça?!
Ramazan ayı, basit duygusallıklarla geçiştirilemeyecek kadar ulvî bir mevsimdir. Ramazan demek uyuzlaşmak, sığlaşmak, kafamızı kuma gömmek demek değildir. Ramazan ayı, “onların bir hesabı varsa Allah’ın da bir hesabı vardır” gibi ilahi bir kuralı, bizim tembelliklerimize, ataletlerimize, gaflet, cehalet ve dalaletlerimize alet etme ayı değildir ve olmamalıdır. Ramazan deyince akla, ud sesiyle ‘uyuşan’ Müslümanlar değil, hesap soran Müslümanlar gelmelidir. Dünyanın egemen kâfirleri, ‘Ramazan’ diye bir maske takarak Müslümanları şapşallaştırmamalıdırlar. Ramazan; ideolojilerin esaretinden Kur’an’la kurtulmak ve Kur’an ile yeni bir dünyaya uyanmaktır. Ramazan, tamamen hayatın idaresini Kur’an’a bırakma ayıdır. Ramazan ayında gönlün ve günün gündemi Kur’an olmalıdır.
Ramazan, insanı Kur’an’ın tahtına çıkarmadan önce tahtasına çıkarır. İnsanın eline beyaz bir tebeşir verir ve önce “Ey İnsan” diye yazdırır tahtaya. Sonra da der ki; “Rabbine karşı seni aldatan ne?” “Niçin okuduğun ve dinlediğin Kur’an senin hayatına, ailenin, içinde yaşadığın toplumun ve devletin hayatına neden amir değildir? “İnsî şeytanları zincire vurmak için niçin çalışmıyorsun? Niçin insî şeytanları zincire vurmak isteyenlerle beraber değilsin?”


Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mustafa Çelik Arşivi