Alışkanlıklarımız
Tasavvuf için hoşuma giden tanımlardan birisi de şudur: “Tasavvuf, alışkanlıklarımızı yakmaktır.”
Ne kadar derin bir mana, ne kadar güzel bir ifade. Meselenin farkına varmak, onu can damarından yakalamak budur işte. Bu bilge bir aklın, selim bir kalbin, eğitilmiş bir dilin damıtılmış bir ifadesidir.
İnsan bir yerde alışkanlıklarının kurbanı değil midir?
İnsan iyi ya da kötü bir sürü alışkanlık edinir yaşadıkça. Eğitimin güzelliği de buradadır zaten. Düşünün, yeni yetişen bir çocuğa, daha alışkanlıklarını yeni edinirken, her işini sünnet üzere yapmayı, yani İslam terbiyesine göre yaşamayı öğretirseniz, bu çocuk hiç zorlanmadan “evliya” olarak doğar ve büyür değil mi?
“Doğuştan evliya”, İslam’a ayarlı bir aile, okul ve çevre üçlüsünden geçer herhalde.
Aklın ve vicdanın, ruhun ve kalbin güzel gördüğü ve beslediği bu güzel alışkanlıklarını ilerde bozması da çok zordur insanın. Zira alışkanlıklar kolay kolay terk edilemezler. Hele de güzellerse, neden terk edilsinler ki?
Daha başında güzel alışkanlıklarla yetişen bu gencin, mahşerde “Arş-ı ilahi” altında gölgeleneceğini bildiriyor Peygamber Efendimiz “yedi sınıftan” birisi olarak. Gerisini de hatırladınız mı?
Ama tam tersi olursa, yani insan daha adet ve alışkanlıklarını kazanma aşamasında iken İslam edep ve terbiyesini tanımayan nefs-i emarenin arzu, istek ve şehvetlerine göre bir sürü adet ve alışkanlıklar edinirse, hiç şüphesiz ilerde aklı başına gelse bile, bunlardan kurtulmak için çok zorlanacaktır. “Nefisle cihat”, yani “cihad-ı ekber” denilen de budur aslında.
Küçükken alınan eğitim ve terbiyenin fayda ve güzelliği de zaten burada değil mi?