Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Demokratik açıdan dünümüz ve bugünümüz

Demokratik açıdan dünümüz ve bugünümüz

Yıllardır “demokratik hak ve hürriyetleri” tartışan Türkiye, demokrasisini bir türlü sağlam zemine oturtamıyor...
Çünkü milletle devletin istikametleri farklı... Milletin yüzü kıbleye, devletin yönü Batı’ya dönük! Bu yüzden devlet (yani bürokrasi) vatandaşa güvenmiyor.
Kimse de dönüp, “Osmanlı ceddimiz millet-devlet ilişkisini nasıl yürütmüştü?..” diye bakmıyor.
Bu konuda yabancı gezginlerle diplomatların kayıtlarından yola çıkarak bir derleme yaptım: Umarım politikacılarımıza ışık tutar.

• Osmanlı bir “Töre Devleti” kurmuştu. Başta Padişahlar olmak üzere, “Kanun-u Kadim”, özetle “töre”, herkesi bağlardı. Hiç kimsenin kudret ve kuvveti “mutlak” değildi. Özellikle padişahlar denetim altındaydılar ve kanunlarla törelere uymak zorundaydılar.
• Padişahlar savaş ve barış ilanı hakkından bile mahrumdular. Bunun için ulemanın onayını almak zorundaydılar. (Sultan Dördüncü Mehmed, Macaristan savaşını bu yüzden erteleyememişti).
• İsrafa ve sefahate meyleden padişahlar, ulema fetvasıyla halledilirdi (Tahttan indirilirdi). Avrupa’daki gibi istibdat ve mutlakıyet yoktu, insanlık vardı.
• Osmanlı Devleti, insan, hayvan ve bitkiye yönelik hizmetler üreten büyük bir hayır kurumuna dönüşmüştü. Padişahlar bu büyük hayır kurumunun garsonlarıydı!
• Yükselme devrinde padişahların şeyhülislâmları görevden alma yetkileri yoktu, ama şeyhülislâmlar padişahları azletme yetkisine sahiptiler.
• Osmanlı devlet sistemi, pek çok yabancı düşünürün tetkik ve tescilinden geçtiği üzere “mutlakıyet” değil, insanı merkez alan ve insana değer veren bir yapı idi. Sıralamada “önce devlet” değil, “önce insan” gelirdi. Devlet ve her şey insanları mutlu etmek içindi. Bu temel prensip tartışılmazdı.
• İnsanı merkez alan anlayışın kaynağı Kur’an’dı. Kur’an hükümleri zulüm ve istibdat meyline karşı en büyük engeldi. Bu yüzden padişahlar ve yöneticiler zulmü bir yöntem olarak benimsememişler, bu yoldaki bazı münferit hareketleri ise şiddetle cezalandırmışlardı.
• Her padişah, tahta çıkar çıkmaz, Kur’an’a ve töreye bağlı kalacağına yemin eder ve yeminine sadık kalırdı. Bu husus şeyhülİslâmlık müessesi tarafından denetlenirdi.
• Halkın iradesi padişahın nüfuz ve kudretinden üstündü. Bu yüzden padişahlar zaman zaman kıyafet değiştirip halkın içine karışır, talep ve değerlendirmeleri birinci ağızdan öğrenmeye özen gösterirlerdi.
• İşte bütün bunlara dayanarak, Sultan Birinci Mahmud devri reis-ül-küttablarından (dışişleri bakanı diyebiliriz) Emârzâde Hacı Mustafa Efendi, Fransız Sefiri Marquis Villeneuve’e şöyle diyordu: “Aslına bakarsanız, Osmanlı Devleti, adı henüz konmamış bir cumhuriyettir.”
• Osmanlılarda en nüfuzlu insan padişah değil, şeyhülislâmdı. Şeyhülislâmın herhangi bir kararına padişahın itiraz etmesi söz konusu bile değildi.
• Osmanlı Devleti’nde, bugünkü anlamda olmasa bile, bugüne yakın anlamda “kuvvetler ayrılığı prensibi” mevcuttu. Padişah, idari işlerde hükümete karışamaz, tahakküm edemez, yalnızca tavsiyelerde bulunabilirdi.
• Avrupa’da hiç bir insan hakkı yokken, Osmanlı’da padişahların ve diğer yöneticilerin, insan haklarına riayetleri mecburi idi. Bu husus diplomatik belgelerden anlaşılmaktadır ki, bu da zaten inanç temellidir: Çünkü insan haklarına riayetsizlik kul hakkını gözetmeme anlamına gelir.
• Halk, padişahı açıktan açığa tenkit etmek, devlet ve hükümet adamlarını alaya almak hakkına sahipti. Vaizler vaazlarında, halk hatipleri meydanlarda tenkit hakkını kullanırken, zabıta müdahale etmez, özgürce konuşurlardı (Bunun sayılamayacak kadar örneği var).
• Padişahlar yalnız Müslüman milletin değil, yönetimi altında bulunan gayrimüslim milletlerin de hakkını-hukukunu muhafazaya mecburdu.
• Osmanlı Devleti’nde Müslüman olmayan insanların dinlerini özgürce yaşama hakları mevcuttu. Kimse onlara baskı yapamaz, kimse kem gözle bakamaz (Fatih’in “Amannâme”si), kimse onları aşağılayamaz ve asla kınayamazdı.
• Osmanlı’da, kim olursa olsun, neye inanırsa inansın, nasıl giyinirse giyinsin insanlar hürdü: “İnsan hürdür, ama Abdullahdır (kuldur)” prensibi geçerliydi.
• Osmanlı’da “hak kuvvette” (günümüzün kuvvetliysen haklısın anlayışı) değil, “kuvvet hakta” idi (haklıysan kuvvetlisin anlayışı)...
• Osmanlı’da “Üstünlerin hukuku” değil, “hukukun üstünlüğü” geçerliydi. Padişahlar bile kadılara (adliyeye) karışamazdı. Hatta gerektiğinde padişahlar yargılanır ve mahkum olurdu (Fatih Sultan Mehmed’le Mimar İpsilantı Efendi davasında olduğu gibi).
•Osmanlı’da devlet başkanları (padişahlar) hükümete sadece tavsiyelerde bulunabilir, talimat veremezlerdi... (Koçi Bey şöyle der: “Vezir-i âzam [yürütmenin başı=Başbakan] müstakil olup umûr-u saltanata [devleti yönetme biçimine] kimse müdahale etmezdi.”)
Ders olsun!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi