“Bağımsız Ülkücü” kavramı
Herhangi bir kötü emelim yoktu. Sadece referandum sürecinde bir davranışı adlandırmak amacıyla kullanmıştım “Bağımsız Ülkücü” kavramını.
Bu kavramı, meydan konuşmalarında ve referandum sonucu belli olduktan sonra Sayın Başbakan’ın yaptığı teşekkür konuşmasında kullanmasıyla, kıyamet koptu.
Dediğim gibi, hiçbir kötü amacım yoktu ve herhangi bir partinin de bölünmesine yol açmak gayesiyle kullanmamıştım bu kavramı.
“Bağımsız Ülkücü” kavramını, ilk kez 30 Temmuz 2010 günü Gazete Boyut web sitesinde yayımlanan “Ülkücü Saflaşma ve Ülkücülerin 28 Şubatı” başlıklı yazımda kullanmış; daha sonra gerek Gazete Boyut’taki ve gerekse Vakit’teki yazılarımda zikretmiştim. Ayrıca 15 Ağustos tarihli Zaman gazetesinde yayımlanan demecimde yer almıştı.
Daha sonra, ortalarda “Bağımsız Ülkücü” kavramı varsa, farklı olan başka Ülkücülerin de varlığını tespit etmek için “Partizan Ülkücüler” kavramını kullanmıştım. Öyle ya, ortada bir “tavır farklılaşması” var ama bu farklı tavırları takınan kitle, dışarıdan bakıldığında, aynı mazinin yoğurduğu bir kitle idi. Ben sadece ortak maziye dayanan düşünce hareketinin niye farklılaştığını izah ederken, bu kavramları kullanmıştım.
Ben “Bağımsız Ülkücü” kavramını kullanırken, Prof.Dr. Mümtazer Türköne, 28 Ağustos günü yayımlanan yazısında “Kadim Ülkücü” tanımını kullanmayı tercih ediyor; Dr. Bahtiyar Aslan ise Gazete Boyut’taki 13 Eylül tarihli yazısında “Sahih Ülkücü” kavramını kullanıyordu.
Yani durum, ortada görünen iki farklı davranışın adlandırılması ve anlamlandırılmasından ibaretti. Kimsenin “bölmek-parçalamak-yok etmek” diye bir amacı yoktu. Kim bölünür parçalanır veya bütünleşirse bütünleşsin... Bana ne!.. Ben ve benim gibi düşünenler, sadece durum tespiti yapıyor ve bu tespiti bir kavramla ifade ediyorlardı.
Kavram ortalıkta dolaşmaya başlayınca ve üstüne bir de Sayın Başbakan mitinglerde ve teşekkür konuşmasında “Bağımsız Ülkücüler” kavramını kullanınca, bunu Başbakan’ın MHP’yi yıpratmak amacıyla uydurduğu vehmine kapılarak Başbakan’a “bölücü” muamelesi yapanlar görülmeye başlandı. Tabii, bu durum beni iki açıdan üzmüştür. Birincisi; kendisi “uydurmayıp” başkaları tarafından üretilen bir kavramı kullanmasından dolayı, Sayın Başbakan’a karşı suçlayıcı dilin kullanılmasıdır. İkincisi ise, “Bağımsız Ülkücü-Partizan Ülkücü” kavramlarıyla yapılan durum tespitindeki “müşahedeci objektivite”nin farkına bile varılmadan geliştirilen “kirli dil”in kullanılmasıdır. Onda bunda suç arayacağına, otur; “Bu farklılaşma niye oldu?” diye düşün birader!...
Durum ortada... 1970’lerde aynı fikir çizgisinde ortak hareket eden bazı insanlar, şimdi beraber değiller. Kabul edilse de edilmese de, bazı Ülkücüler MHP’nin fikrî-siyasî yapısından farklılaşmışlar ki, referandumda farklı tercihlerde bulunuyorlar. “Bağımsız Ülkücüler”in, daha önce başka başka olaylar karşısında da farklı tavırlar sergilediğine şâhit olduk. Meselâ, 28 Şubat sürecinde, “Bağımsız Ülkücüler” cuntacı-çeteci zihniyete muhalefet ederken, bazı “Partizan Ülkücüler”in “28 Şubat’ın sivil generali gibi” davrandığı da görüldü... Benzer durum, Ahmet Necdet Sezer’in Cumhurbaşkanı seçilmesinde, 1 Mart Tezkiresi ve 27 Nisan e-muhtırasında da yaşandı. Sadece 12 Eylül anayasa referandumunda görülen bir şey değil ki bu? Ve bu tür farklılaşma da son derece tabii bir şeydir. Farklılaşmanın sebebini anlamaya çalışmak yerine, “kirli bir dil” kullanmanın siyasi, stratejik ve haklı bir gerekçesi olamaz.
“Partizan Ülkücüler” yeknesak bir siyasi tavır birliği gösterirlerken, gördüğüm ve müşahede ettiğim kadarıyla, “Bağımsız Ülkücüler” o kadar bağımsızlar ki, kendi aralarında bile farklılaşarak her biri “bireysel” takılıyorlar; ayrıca çoğu, herhangi bir politik ikbal peşinde de koşmuyor.
Durum bundan ibaretken ve gerçekler bu kadar ortadayken, “kirli dil” tercihi, meseleleri halletmez; tam aksine, gittikçe, fikrî farklılaşma makasını açar. Yok “alet olmak”mış... Yok “kemik yalayıcılığı”ymış... Yok “birilerine uşaklık”mış... Yok...
Neyse ya!...
İsteyen istediğini desin... Bu ülkede demokrasi var... Ve bu demokrasi, 12 Eylül anayasa değişikliği referandumu ile daha da kökleşecek. Biz bırakalım bu “kirli dil” kavgasını; demokrasiyi ciğerlerimize doldurmanın zevkini yaşayalım.
Bitirirken Not: Sevgili Mustafa Çalık, bir televizyon programında, “Bağımsız-bağlantısız Ülkücü” kavramının ilk kez taa 1983’lerde kendisi tarafından kullanıldığını ifade etti. Ayrıca 30 Ağustos 2010 tarihli Bugün gazetesinde yayımlanan mülâkatında da kullandı. Ömer Faruk Sanal’ın kuruculuğunda, bir grup gencin de Facebook’ta “Bağımsız Ülkücüler” adıyla bir profil açtığını daha sonra gördüm. Yazılarımda bu kavramı kullanırken, kendilerinden alıntı yaptığımı zikretmediysem, habersiz oluşumdan ve bilmediğimden kaynaklanmaktadır. Haklarını helal etsinler.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.