İslâm dünyası ve Türkiye’nin sorumluluğu
Türkiye, tarihi ve kültürel zenginlikleri ile mayalanmış siyasi ve ekonomik bir istikrar yakalar ve adil ve meşru yönetimlerle güven ve kimlik krizlerini çözmüş müreffeh bir sosyal yapı inşa ederse, bu netice, sadece Türkiye’nin başarısı olmayacak, tüm İslâm dünyasının geleceğinin teminatı olacaktır.
Son yıllarda, Türkiye’nin İslâm dünyasındaki algılanma şekli ve icraatlarının İslâm dünyasındaki yansımaları açıkça göstermektedir ki Türkiye, İslâm dünyasını dönüştürecek ve birleştirecek bir kabiliyete sahip.
Türkiye’nin bu potansiyelini harekete geçirmesi son dönemde yakaladığı istikrarın devam etmesine ve buna paralel olarak vizyoner ve çok yönlü dış politikasına derinlik kazandırıp sivil, siyasi, ekonomik ve kültürel araçlarla zenginleştirerek, kartografik değil, insanı esas alan bir söylemle, birleştirici, barışçı ve inşa edici faaliyetlerine bağlı.
Soğuk Savaş sonrası değişimler ve küreselleşmenin etkisiyle coğrafi ve demografik dönüşümler geçiren ve bu sebeple hem genişlik hem derinlik kazanan İslâm dünyasının karşı karşıya olduğu sorunlar ve meydan okumalar, fazlasıyla birleştirici bir güce, ön açıcı bir modele, kucaklayıcı bir bakış açısına olan ihtiyacını göstermekte.
İslâm dünyası, son yirmi yıldır tarihindeki en büyük meydan okumalarla karşı karşıya. Coğrafi ve demografik bir genişlik ve kültürel bir derinlik kazanan İslâm dünyasının bu meydan okumalara karşı her sahada ve her ölçekte birlik ve koordinasyon mekanizmalarını harekete geçirerek cevap verme mükellefiyeti ve ödevi var. Zira siyasi, ekonomik ve sosyal yönlerden pek çok kriz ve sıkıntılarla birlikte haksız ve hukuksuz işgallere ve çatışmalara da sahne olan İslâm dünyasının mevcut durumda tek çıkış yolu ortak hareket etmektir. İstikrar, refah ve barışın tesis edildiği, siyasi meşruiyet sorunlarını çözmüş ve ortak hareket edecek mekanizmaları geliştirmiş bir İslâm dünyasının dünya barışına yapacağı çok ciddi katkılar vardır.
İşte bu potansiyeli harekete geçirecek ve İslâm dünyasını özlediği ve ulaşmaya çalıştığı ‘birlikte hareket edebilme’ kapasitesine ve kabiliyetine eriştirecek güç ve oluşumlar bugün, düne göre daha şiddetli bir ihtiyaç haline gelmiştir.
Türkiye, son yıllarda yakaladığı siyasi ve ekonomik istikrarı ve geliştirdiği barışçı ve çok yönlü dış politikası ve model olacak sivil yapılanmaları ile İslâm dünyasının birleştirici gücü olmaya aday. Zaten, bölgesel ve kimi zaman icra edilen bu vazifenin sürekli ve küresel ölçeğe taşınması Türkiye’nin her yönden istikrar ve kalkınmasına bağlı.
Bu vazifenin icrası, sadece Türkiye’nin bir beklenti ve amacı değil, İslâm dünyasının da önemli bir ihtiyacı ve büyük bir rüyasıdır.
11 EYLÜL SONRASI…
Doksanlı yıllarda ortaya çıkan ve 11 Eylül sonrası özellikle Batı’da tırmandırılan ‘islamofobya’, gerek İslâm ülkelerindeki siyasi yapılara gerekse özellikle küresel ölçekte faaliyet gösteren Müslüman sivil toplum kuruluşlarına yeni sorumluluklar yükledi. Zira İslâm dünyası 11 Eylül’den sonra yeni bir imtihanla karşı karşıya kaldı. Bu imtihanı kısaca ‘etkin temsil, doğru tebliğ’ formülü ile özetleyebiliriz. Yani İslâm dünyası ne olmadığından çok ne olduğunu en doğru ve zamana uygun araçlarla anlatabilmeli ve iyi seçilmiş ve kurulmuş temsil mekanizmaları ile de İslâm kültür ve medeniyeti hakkındaki önyargıları gidermeli.
11 Eylül sonrasında hem İslâm dünyasındaki haksız ve hukuksuz işgallere zemin hazırlamak hem de Batı toplumlarındaki yabancı düşmanlığını körüklemek için kimi odaklarca körüklenen islamofobik politika, tavır ve yayınlar sonucunda İslâmla terörü eşdeğer gösteren, İslâm dünyasının yanlış algılanmasına sebep olan önyargılar Batı toplumlarında yayılmaya başladı.
Bunun yanında İslâm dünyası ile Batı arasında kimi zaman ve zeminlerde dozu ve şiddeti ürkütücü boyutlara ulaşan gerginlik alanları ortaya çıktı. Özellikle bu süreçte 2005’te Danimarka’da ortaya çıkan ve Avrupa’ya yayılan karikatür krizi, 2008’de Hollanda’da ‘Fitne’ isimli bir filmle başlatılan kampanya ve Ağustos 2010’da ABD’de New York’ta cami inşa projesi vesilesiyle yeniden gündeme gelen islamofobik eylem ve yayınlar, İslâm dünyasının çözmesi ve aşması gereken problemleri olduğunu ve yeni ve ortak bir dil geliştirmesinin zorunluluğunu ortaya koymaktadır.
Bu süreçte Türkiye’nin sorumluluğu eskisine göre çok daha fazla arttı.
Referandum sonuçlarını bir de İslâm dünyası perspektifinden ve Türkiye’nin sorumluluğunu hesaba katarak yorumlasak fena olmayacak.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.