Hayat, hareket ve merak
Küçücük bir haberdi. Pek kimsenin ilgisini çektiğini sanmıyorum...
öyle ya; ülkemin insanları futbolla, siyasetle, ticaretle öylesine meşgul ki, siyasi ve ekonomik haberlerin arasına sıkışmış bu küçücük habere dikkat etmeleri çok zor.
Ayrıntıya dikkat etmeye çalıştığım halde, az kalsın ben bile ıskalıyordum.
Son anda fark ettim.
Seksenbeş yaşında bir Japon, sekseninde girdiği üniversiteyi başarıyla tamamlayıp diplomasını almıştı. Torunu yaşındaki öğrencilerin ortasında kameraya gülümseyerek poz veriyor, gülümseme biçimi başarı ile mutluluk arasındaki ilişkiyi dışa vuruyordu.
İnsanlık adına sevindim. Sevindim, çünkü savaşların, terörün ve ekonomik kargaşanın ortasında bunalan dünyanın bir yerlerinde güzel şeylerin olması, bana umut verici geldi.
“Her yeni doğan çocuk, Allah’ın insanlardan umudunu kesmediğini gösterir” diyen bilge şair Tagore’u hatırladım.
Düşündüm ki, insanlarda öğrenme merakı henüz bitmemiş. öğrenme merakı sürdüğü müddetçe insanlık er ya da geç “doğru” ile buluşacaktır.
En meraksız millet sanırım biziz!..
Olup bitenleri seyretmeye bayılırız, ama iş olayların içine girip yönetmeye geldi mi, ödümüz kopar; hemen kenara çekiliriz. İşte bu yüzden seçtiğimiz iktidarları döverler!
-
Sadece meraksız değil, aynı zamanda da duyarsızız...
çoğumuzun en belirgin hedefi bir an önce emekli olup dünyadan el etek çekmek, ardından, “Unumu eledim, eleğimi astım” diye övünmektir.
Halbuki hayat kırklı yaşlarda el etek çekecek kadar önemsiz bir ayrıntı değildir.
Hayatın her anı bir ikram-ı İlâhidir ki, hakkını vermek için her anını değerlendirmek gerekir.
Dünyada iz bırakan isimler, her yaşta yapacakları olan isimlerdir.
Her yaşta üzerlerine düşeni yapıp ortaya “eser” koymaya çalışmışlardır.
Kişi sağlıklı olduktan sonra her yaş öğrenmek ve üretmek için “ideal yaş”tır...
Hayatı doğru yaşamak için hiç bir zaman “geç kalınmış” değildir.
Bir düşünürün dediği gibi, “Kırk yaş gençliğin ihtiyarlığı, elli yaş ihtiyarlığın gençliğidir.”
Bir zamanlar seksenli yaşlarda bir Oflu hemşehrime yaşını sorma gafletinde bulunmuştum. Beni baştan aşağa süzmüş ve şöyle cevap vermişti:
“Yaşımı neden soruyorsun, askere mi alacaksın yoksa evlendirecek misin?”
öyle ya, insan her yaşta faaliyet halinde ise, kaç yaşında olduğunun ne önemi var?
önemli olan yıllara teslim olmamaktır. önemli olan her yaşta yapmamız gereken bazı işlerimizin olduğunu bilmektir. “İşim bitti, artık bir şey yapamam” anlayışı, yaşarken ölmeyi kabullenme anlamına gelir.
İnsanları yıllardan beri okumaya, öğrenmeye, ardından incelemeye, araştırmaya ve düşünmeye çağırıyorum...
Ama bizim insanımızda öyle bir anlayış var ki, “Bu yaştan sonra okuyup âlim mi olacağım?” diyerek ipe un seriyor.
öğrenmenin yaşı olur mu? Umut olmadan, umut edilen ele geçirilebilir mi? (Heraklites).
-
“öğrenme” merakı okulların bitmesiyle bitmemeli, tam tersine artmalıdır.
Zaten hayat sürekli öğrenimden ibarettir...
Okumanın, öğrenmenin, üretmenin yaşı yoktur.
Esasen peygamberler de bunun için (öğretmek için) gönderilmiştir.
Seksenbeş yaşında üniversiteyi bitiren Japon vatandaşından öğreneceğimiz çok şey olsa gerek.
-
Biz “Kırkından sonra azanı teneşir paklar” diyoruz...
“Kırkından sonra saz çalınmaz” diye kestirip atıyoruz...
Kırklı yaşlarımızda tası-tarağı toplayıp kendimizi yalnızlığa mahküm ediyoruz...
Ama elin Japonu seksenbeşinden sonra saz çalarcasına üniversite bitiriyor.
Başarı her yaşta insanı mutlu eder.
-
Tabii “akıl yaşta değil”dir...
“Hayatın en büyük trajedisi çok çabuk yaşlanmamız, ama çok geç akıllanmamızdır” diyor, Benjamin Franklin.
Türkiye’de olup bitenlere, ak saçlı insanların ortalığı allak bullak etmelerine baktıkça eski ABD Başkanı’na hak vermemek mümkün değil.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.