Üstelik tiyatrodan da anlamam ha...

Üstelik tiyatrodan da anlamam ha...

Ahmet Yenilmez kardeşim şimdi bana yine kızacak, çünkü üstüme vazife olmayan bir konuda, üstelik bütün hayranlarınca yüksek ve kırılmaz bir "tabu"yla dokunulmaz bir yere oturttukları tiyatro konusunda ahkâm kesecek ve bu esnada köşe yazarlarının her şey hakkında ahkâm kesebilme imtiyazından da bol bol yararlanacağım.

Tiyatro sanatçısı Haluk Bilginer, bazı meslektaşlarına kızmış galiba, diyor ki, "Babam öldü ama hâlâ sahneye çıkarım, yavşaklığına inanmam. Ben babam ölürse sahneye filan çıkmam, k...mı yesin herkes. Eski tiyatrocular, Anadolu'yu turlarken, parasızlıktan otelde rehin kaldık der ya, marifet diye mi anlatıyorsun, salaksın!" dedikten sonra hızını alamayarak, "Eskilerden 'çook iyi oyuncu' olarak hatırlanan birçok ismin aslında çok kötü oyuncular olduğuna eminim. Büyük oyuncu olarak hatırlanan birçoğu, aslında efsane yaratmayı becerebilmiş y...ğın tekiydi. Oyuncuların çoğu y...tır genellikle..."

İşte bunun üzerine diğer bazı tiyatro oyuncuları, "Tiyatronun duayenleri, Anadolu'da aç kaldılar, rehin kaldılar, gerçekten babaları öldü sahneye çıktılar. Ben de babam öldüğünde sahneye çıktım... Seyirciye k...mı yesinler demek nasıl bir şeydir? Nasıl ar damarı çatlamaktır, haddini bilmezliktir. Seyirci ona cevabını verecektir. Ben babam ve yakınlarım öldüğünde oynadım, bizler oyuncuyuz ve işimizi yapmak zorundayız" diye cevap vermişler.

Y ile başlayan ve yavru bit mânâsına gelen o kelimeyle, "Yesinler" tavsiyesinde bulunduğu o vücut mıntıkasına dair sözlerini doğru bulmuyorum fakat onun haricinde tıpkı Haluk Bilginer gibi düşünüyorum. Sebebi kısaca şu: Türk tiyatrosu'nda 1960'tan sonra (Bu tarih size neyi hatırlatıyor?) yoğunlaşan ve sahnelerimizi rehin alan Brechtvâri tiyatro ve oyunculuk anlayışı, basın, tiyatro ve sinemanın köşebaşlarını tutan eleştirmen takımının da ayran gönüllü desteğiyle büyüklüğü kendinden menkul efsâneler ortaya koymuştur ki, Haluk Bilginer'e tepki gösterenler bana göre o zümrenin içinde yer alıyorlar. Brecht, politik temsili "Epik tiyatro" adı altında Sosyalist ülkelerde ve bu ülkelerin yörüngelerinde kanat çırpan, bizde olduğu gibi sol intelijansiyası güçlü ülkelerde nerdeyse tiyatronun en doğru ve tek yorumu gibi dayatmayı bilmiş bir tersine kahramandı. Brechtperestleri bu konuda Paradigma yayınları arasında çıkan ve Paul Johnson'un imzasını taşıyan "Entelektüeller" adlı eserdeki "Buzdan bir kalp" başlıklı yazıyı gözden geçirmeye davet ederim ki Ayşe Polat'ın nefis Türkçesi ile bu kitap, Türk okuyucusu için gerçek bir okuma ziyafeti vaadediyor.

Sadede geliyoruz: "Babam ölse bile çıkar oynarım; önce sanat, yevmiye ikinci plânda gelir!" türünden fedâkârlık tiradları, tiyatroda yapılan işin neredeyse din gibi algılanması, kutsanması raddelerine kadar varan ama temelde tiyatro yoluyla dünyayı değiştirebileceğine inanan; bilerek veya sehven Marksizm'e fena halde angaje tiyatrocuların pelesengi olmuştur yıllar boyunca. Bilginer buna hayır diyor ve zımnen tiyatrodan daha üstün değerlerin de varlığını ileri sürüyor. "Cemaat"in içinden ifşâ ediyor ve öyle olduğu için büyük patırtı çıkarmış bulunmakta. Yankıları hayli devam eder bu tartışmanın ve eminim ki bir türlü "Sahicilik" hissi veremeyen tiyatromuzun geleceği nâmına hayırlı olur.

Mesele sadece tiyatro değil; moda tabirle "Bir hayat tarzı" algılaması. Tiyatroyu bir hayat tarzı zannedenler, ölenlerini tabutuyla sahneye çıkarıp alkışlayan ve sırayla sahne alıp "Sonsuzluğa yürüdü, ışık oldu" gibi titrek Ateistik lâflarla yolcu eden, babalarının öldüğü gün bile çalışmayı iş ahlâkından sayan bir bölük gurebâdır.

İnsanlar ikiye ayrılır; babaları öldüğünde gidip adam gibi cenazesini omuzlayanlar veya "Show must go on" uğruna acısına flaster yapıştırıp kendi dinine hizmet edenler.

Ben birincileri tutuyorum; üstelik tiyatrodan filan da anlamam.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi