Yeni Anayasada Eşitlik 1
Yeni bir anayasa yapılırken örnek almak, faydalanmak için batıdan birçok ülkelerin anayasalarına bakılacaktır hiç şüphesiz. Acaba doğudan bazı ülkelerin anayasalarına bakılacak mıdır aynı amaçla?
Zannetmem. Belki bunu hiç yapmayacaklardır. Çünkü bizim devletin bürokratlarında doğu diye bir dünya yoktur. Varsa yoksa batı.
Neden böyle?
Çünkü doğuda İslam var ve ona bakmak laikliğe aykırıdır. Yani bu ülkede yerleşmiş anlayışa göre bir yasa yapılırken batıya bakılır. Doğuya bakılırsa ancak gayr-i Müslim olan ülkelere bakılabilir.
Daha açıkçası her yere bakılabilir, ama kendimize bakılamaz. Atalarımız bu meseleyi nasıl halletmiş denemez. Zira kendi tarih, kültür ve medeniyetimize bakmak, irticadır.
Sizce de öyle midir?
Değilse, sizden oy alarak iktidar olanlar, seyreyleyin ne yapıyorlar?
Bence bir anayasa veya yasa yapılırken önce bu topraklara bakmalı. Bu milletin mayasına, özüne, dinine, duygularına bakılmalı. Çünkü o dokuyla uyuşmayan yasalar, bir vücuttaki kan uyuşmazlığı gibi bünyeyi mahvederler. Saygı ve uyumu baştan kaybederler yani.
İşte bunun için bir anayasada bulunması gereken en önemli konu eşitliğe bakalım biz. Acaba İslam bu konuda ne demiş. Hemen itiraz etmeyin. Beğenmezseniz almazsınız.
Asr-ı saadette hiçbir kişinin, sınıfın, soyun, beldenin, dilin, rengin her ne surette olursa olsun bir ayrıcalığı, imtiyazı, üstünlüğü yoktur. İslâm ülkesinde yaşayan bütün insanlar, hukuken eşittirler. Köle veya zimmî (gayr-i müslim vatandaş) bile olsalar durum farklı değildir.
Aslında Kur'an, bütün insanların bir erkek ve bir dişiden yaratıldığını, saygınlığın da ancak takva ile olduğunu bildirir. Bir temel ilke de, inananların kardeş olduğudur.
Peygamberimiz (SAV), çok yoğun biçimde bu kardeşlik ve eşitlik ilkesine dikkat çekmiş, arab’ın acem’e (arap olmayana), acem’in arab’a asla üstünlüğünün olmadığını ısrarla vurgulamıştır. O'nun ifadesiyle insanlar "bir tarağın dişleri gibi" eşittirler.
Oysa İslam öncesinde eşitlik diye bir ilke asla yoktu. Alabildiğine kabile ve soy asabiyetine meftun bu insanlar arasında dolayısıyla haksızlık ve zulüm bitmiyordu. Eğer Peygamber efendimizin (sav) ve halifelerinin ısrarlı tutumları olamasaydı, bu güzel ilke tez zamanda bozulabilirdi. Nitekim, Müseylemetü'l Kezzap yalancı peygamber olarak ortaya atılınca, kabilesinden bir adam şöyle demiştir: "Biz, Müseyleme'nin yalancı olduğunu biliyoruz. Fakat Rebî kabilesinin yalancısı, elbette Mudar kabilesinin doğru söyleyeninden daha iyidir."
Bu taassubu kırmak için, kısmen Hz. Osman dönemi müstesna tutulursa halifeler bilerek kendi aile ve akrabalarını, hatta kabilelerini devlet yönetiminden ve görevlerinden uzak tutmuşlardır. Özellikle ilk iki halifenin bu konudaki uygulamaları, hayret verici ve nerdeyse, "eşitlik ilkesini tersinden bozmuşlar" dedirticidir.
İslâm’ın insana sunduğu bu kanun önünde eşitlik ilkesi nimeti, doğrusu çok yakın zamanlara kadar dünyanın en önemli sorunlarından biri olmuş, hatta 20. asrın başlarında, insan hakları bildirgelerine girmesine rağmen, uygulamada geçerlilik sağlanamamıştır.
Yazı uzadı biraz. Örnekleri önümüzdeki yazıda görelim mi?