Çağdaş Veliler ve Yeni Kerametler
Devlet, polis memuru Ahmet Rasih Tayşi Efendiyi “İzmir Müftüsü Akif Salı Hocayı takip et” diye görevlendirmiş. Böylece tanışmışlar bu iki zat-ı muhterem. Sadece tanışmakla kalmamış, çok yakın dost da olmuşlar.
Bu arada yüzlerce hidayet olayı böyle takipler sonucu gerçeği görmelerle olmuştur cumhuriyet tarihimizde, bu da tespiti gereken nazik bir durumdur.
Akif Salı Hoca İzmir'in en büyük camii olan Hisar Camii'nde Cuma hutbesi okurdu. Çok büyük bir âlimdi kendisi. Fatiha Suresini manzum olarak şerh etmişti. Bu şerh, daha sonra basılmıştır.
Bundan sonrasını oğul Tayşi’den dinleyelim:
“Babamla Akif Bey'in dostluğu, babamın hocası Fatin Gökmen'in vesilesiyle olmuş. Bir gün sohbet ederlerken, babam Fatin Bey'in Hukuk'tan hocası olduğunu söyleyince Akif Bey "Fatin Hoca, benim sınıf arkadaşım" demiş. Meğer onlar, İstanbul'da beraber okumuşlarmış.
O sohbetten sonra, araları çok iyi olmuş. Babama "Râsih Bey oğlum", diye hitap edermiş. Emniyetle ilgili herhangi bir husus olduğunda "Râsih Bey oğlum, bu meseleyi nasıl aşalım?" diye baba danışırmış. Emniyet de, babamın 'hacı-hoca takımı ile sıkı-fıkı olmasından epey memnunmuş. Gayeleri, istihbarat bilgisi almak. Oysa babam, zararsız raporlarla durumu güzel idare edermiş.
Akif Salı Bey, babamı zaman içinde tanıdıkça daha çok sevmiş. Babam da onu çok sever, dilinden düşürmezdi. 1959'daki vefatına kadar, baba-oğul samimiyetiyle görüştüler.
Akif Bey, babamı zaman zaman özel sohbetlere, mühim zatların ziyaretlerine davet edermiş. Bir gün babama, Ali Efendi adında bir nakşî şeyhinden söz etmiş. Hatta "Râsih Bey oğlum, eğer veli bir zatı görmek istiyorsan sana göstereyim. Ali Efendi artık velayetin sırlarını fâş ediyor. Ziyaretine gidelim" demiş. Babam o sırada, melamet yoluna yeni intisab etmiş.
Gitmişler. İçeri girer girmez, Ali Efendi, babama bakmış ve “sen polissin" demiş. Hâlbuki babam sivilmiş o gün. Sonra başını önüne eğmiş, gözlerini kapatmış, bir süre tefekkür edip gülümsemiş: "Ama bizdensin."
O sırada babamın aklından şunlar geçiyormuş: "Yahu mübarek adam! Madem böyle veli kulsun, madem tasarruf yetkin var, şu Stalin'in Türkiye'deki adamlarını gebertsen de, biz de bunlarla boğuşup durmasak..."
Babam bunları aklından geçirirken, Ali Efendi söze başlamış: "Stalin'i öldürmek kolay. Ama mesele hallolmaz. Stalin gider, daha şiddetlisi, Ermeni gelir. Ondan sonra Ya¬hudi gelir. Sonra o gider, daha büyük düşman gelir. Allah Amerika'yı Rusyasız, Rusya'yı da Amerika'sız komasın. Sen biliyor musun Efendi, biz rekabet-i düveliye ile yaşıyoruz!"
Babam, Ali Efendi'nin 'hal sahibi' bir adam olduğunu görün¬ce, ona çok sevdiği, ancak İzmir dışında olduğu için cenazesi¬ne katılamadığı dostu ve adaşı Râsih Hoca'dan bahisle, "Cenazesine katılamamak içimde bir ukde oldu. Merak içinde¬yim, acaba bize gönül koydu mu?" diye sormuş.
Rasih Hoca Ali Efendi'nin de askerlik arkadaşıymış meğer. I. Dünya Savaşı'nda beraber cephedelermiş. Ali Efendi murakabeye dalmış, sonra başını kaldırarak: "Şimdi teşrif ettiler.
Şöyle diyor: “Yanındaki arkadaşım Râsih, Gülşeniye'den Şeyh Sezai Efendi ve Beyler Sokağı'ndaki Baha Kitapçı, üçümüz aşağıda beraberiz.” Size kırılmamış evladım."
Babamın içi epey rahatlamış. Ama zihninde son bir soru daha varmış: Soyumuzdaki “siyadet” babamın hep aklına takılır ve kendisine “Acaba biz gerçekten seyyid miyiz, yoksa bunun iddiasını mı güdüyoruz?" diye sorarmış. Bunun cevabını almak için Ali Efendiye dolambaçlı bir soru sormuş babam: "Efendim! Biz Rasûl-ü Ekrem Efendimize hayırlı işler, hizmetler yapamıyoruz. Çünkü bu meslek de bizi biraz zorluyor. Acaba Efendimiz bizden memnunlar mı? Bir lütfetseniz..."
Ali Efendi yine murakabeye dalmış. Başını kaldırıp demiş: "Meraklanmayın, 'Tarîk-i müstakîm üzere, salih bir evlâdımdır', dediler." Babam çok teşekkür etmiş.
Akif Hoca, Ali Efendi'nin yanından çıktıklarında, babama dönmüş: "Bu, sandığı açmış silâh dağıtıyor. Bir velî, böyle, sırları ortaya saçmaya başladığında, onu dünyada bırakmazlar, alıp götürürler", demiş.
Gerçekten de, Ali Efendi, o ziyaretten birkaç gün sonra vefat etmiş.” (Bkz. M. Serhan Tayşi, Ali Emiri İzinde, Timaş y. İst. 2009, s. 130-132.)