Deja vu!
Hukuk "norm" koyar, yani kanun yapıcılar oturup hangi fiilin "tu kaka" sayılması gerektiği hakkında soyut bir çerçeve çizerler, fakat mesele burada bitmez; aslında burada başlar.
"Norm"u, yani şekli çerçeveyi gerçek hayata taşıyıp "hüküm" üretmek için bazı insanlara ihtiyaç vardır; bu insanlar hukuk normunu alıp olayların üstüne giydirirler, sonra biraz geriye çekilip "yakıştı, dar geldi, kısa kaldı, torba gibi döküldü" veya "budur; cezası da şu kadardır" diye nihai karar verirler.
Hakemin kararı kesindir, zarlar dik durmazsa bu kararlar geçerli kabul edilir, sonuç doğurur.
Orta vadede aklı karışık hakemin gayretkeşliği yanına kalmaz, fakat hakemlik kurumuna ettiği fenalığın izi kalır; ondan sonra önünde mikrofon bulan herkes, "ben aslında hakemler hakkında konuşmam fakat..." diye söze başlayıp sayar babam sayar.
Federasyon bunun üzerine alelacele bildiri yayınlar, "Yüce hakemlik müessesesi, yersiz ve maksatlı yorumlarla yıpratılmamalı ve kurullarımızın tahkimine güvenilmelidir; yorumlarında aşırıya kaçanlar hakkında gerekli takibat yapılacak ve sorumsuz beyanlar cezalandırılacaktır" diye mâlum bıdıbıdıları tekrarlar.
Olmadı, bir federasyon üyesi çıkar, "sahada olup bitenler hakkında son kararı amme vicdânı veya ipsiz-sapsız yorum erbâbı değil, sorumlu ve yetkili kurullarımız verecektir. Biz bu federasyonu yolda bulmadık; şunun-bunun elinde on paralık ettirmeyiz" diye babalanır.
Maçtan birkaç zaman sonra tartışılan (çıldırtan) kararları veren hakem nihayet konuşmak zorunda kalır, "takdir hakkımı kullandım, adalete güvenin, bir gün size de lâzım olur" şeklinde beylik birtakım lâfları ipe dizer.
Ne yazık ki ihtilâf sadece yönettiği maçı doğrayan hakemle, bu kararlardan öfkelenen taraftarlar arasında cereyan etmez. Hakem kayırmasından nemâlanan (istifâde eden, işine gelen, maddi ve manevi kazanç sağlayan) takımın medyadaki uzantıları işe müdahil olurlar ve pişkince derler ki: "Biz bütün sezon boyunca sadece iki penaltı kullanabildik; bu maçta kazandığımız üfürükten penaltı, hakkımız olduğu halde verilmeyen penaltılarımızdan mahsup edilsin."
Bir diğeri "üç maymunlar"ı oynamayı tercih eder ve ortada bir hakem faciası yokmuş gibi maçın teknik analizini yaparak şampiyonluk yolunda güzel futbolun değil, sonucun önemli olduğundan dem vurur.
Tarafsız ayaklarına yatan kalem erbâbı, gayrımemnun edâsıyla dudağını büzerek, "tartışmalı bir maçtı" deyip geçerler.
Bu nezih tartışmanın taraftarlar seviyesinde aynı nezâheti koruyabileceğini düşünmek aşırı iyimserliktir; taraftarlar duygu ve düşüncelerini vülger, hani nasıl derler, yontulmamış ve ütülenmemiş kelimelerle ifade etmeyi seçerek demediklerini bırakmazlar. Evvela "haakem"in soyu sopu hakkında etraflı bir DNA analizi yapılır, ardından federasyonun, "haakem"in huyu, ahlâkı, alışkanlıkları üzerine yürütülen yalap-şap araştırmanın sonuçları hiç de itinalı olmayan bir dille seslendirildikten sonra hakem kayırmasıyla maçı kazanan takımın, yüce ve kutsal federasyonla kurması muhtemel kirli ilişkiler üzerine dedikodular üretilir.
Bu arada maçın sonucu kendilerini fazlaca ilgilendirmeyen öteki takımların yöneticileri topa girmemeye dikkat gösterirler; sorulduğunda, "merkez hakem komitesine güvenimiz tamdır; hakemlerin şahsi hata yapma hakkına saygı gösterilmelidir" diye geçiştirirler.
Vesaire, vesaire, vesaire...
*
Hâlâ bir nevi "deja vu", "ben bu veya buna benzer bir şeyi daha önce yaşamış, görmüştüm" hissine kapılmamış iseniz, fanatik bir futbol taraftarısınız demektir; yok, "sahi yahu, siyâsette de böyle şeyler oluyor, hatta dur bakayım..." diyorsanız eyvallah; doğru adrestesiniz...