Aysun Kayacı'yı neremizden anlamalıyız?
Bugünlerde herkes Aysun Kayacı'ya hücum ediyor. Neden? Kendi oyunun, nasıl olup da dağdaki çobanın oyuyla eşit sayıldığını uluorta sorduğu için... Bu sorunun abes bir soru olduğu aşikâr... Ama bu ülkede abesle iştigal o kadar da sıra dışı bir şey sayılmaz. Aysun Kayacı söylediğinin neden bu kadar gürültü kopardığını hâlâ anlayabilmiş değil zaten. Bu soruyu daha genelleyerek, "Bizim oyumuz nasıl olur da halkın oyuyla eşit sayılır" anafikrine dönüştüren, bu anafikir etrafında yazıp çizen, medya ürünleri salgılayan, siyaset üfüren, söz gevişi getiren nice kendini bilmez adam tafrasıyla etrafta dolaşıyor çünkü. Aysun Kayacı "Neden ben söyleyince bu kadar olay oldu?" diye kendi kendine düşünüyor olmalı. çok üzerine gelindiğinde verdiği ölçüsüz tepkilerden vahim bir "ne olduğunu anlayamama" hali içinde olduğu fazlasıyla okunuyor.
Tepki göstermek yerine teşekkür etmeli belki de Aysun Kayacı'ya... içinden geçeni harbi şekilde söylediği için... Asıl kızılacak olanlar, bu saçma sapan tezi onlarca yıldır çeşitli kılıklarda bu ülkeye dayatan imtiyaz erbabıdır. Hayatlarının tek bir anında bile apartmanlarının kapıcısından köşedeki bakkala, bindikleri dolmuşun şoföründen evlerinin önünden geçen sütçüye, yanlarındaki daireyi sonradan kazandığı parayla alan komşudan marketteki kasiyere, köydeki uzak akrabadan dağdaki çobana kadar bu ülkenin bütün kahrını çeken, karıncalar gibi çalışarak zor zamanlarda bu ülkenin orta direğini dik tutan insanlarını kendileri kadar "insan" görmemiştir onlar. İmtiyazları babalarından, dedelerinden gelir. Halkla aynı topa girmeleri hiç gerekmez, gerekmemiştir. Kokmaz bulaşmazlar, Selamları sabahları yoktur. Sadece ahkâm kesip, kapris yaparlar. çok uzun zamandır doğru dürüst bir yaşama biçimi olmayanları, kendi yaşama biçimleri için bir tehdit olarak görür, durmadan şikâyet ederler. Bu ülkenin gerçekleriyle en ufak bir temasları olsa, artık bu ülkenin yaşanmaz hale geldiğini, çekip gitmek gerektiğini söylerler. Oysa bu ülkenin bütün sayfiyeleri, bütün mutena semtleri, bütün iyi okulları, bütün seçkin mekanları, bütün lüküs hayatları onlarındır. ülkenin yaşadığı krizlerden, bunalımlardan, darboğazlardan etkilenmezler hiç. Onların kendilerini kurtaracak yüklü maaşları, istiflenmiş paraları, katları, yatları, hanları, hamamları, akarları, kokarları vardır hep... Buna karşılık ne zaman bu ülkenin düzeni bozulsa, sanki bozan kendileri değilmiş gibi söylenir dururlar. Sefaleti halk çeker, şikâyeti yine onlar eder. Hiçbir şey bulamazlarsa halkın etraflarında fazla dolaşır hale gelmesinden yakınırlar.
Karikatür gerçekliği gibi bir şeydir ama bu ülke için gerçektir bu. Dağdaki çobanın oyu, bu ülkenin kaymağını yiyenlerle hiçbir zaman eşit olmamıştır. Aysun Kayacı'nın safça sorduğu, anlayamadığı, anlamlandıramadığı da budur. Onca uğraşıp didinip kendisine aralarında yer edindiği imtiyazlı sınıfın tam o tadını çıkaracakken demokrasiyle imtihan edildiğidir. "Tatlı hayat"ın neden durduk yerde gerçekle yüzleşmesinin gerekmiş olmasıdır. Soru değil, isyandır seslendirdiği... çünkü gerçek yerinin dağdaki çobanla aynı tarafta olduğunu söylemektedir bilinçaltı... O "tatlı hayat"ın gerçek sahipleri neredeyse bir asırdır hiç boşta bulunmamış, hiç sormamıştır bu soruyu. Yoktur hayatlarında böyle bir soru... Onlar bilirler zaten, dağdaki çobanla zaten asla eşit, bir, aynı değildir, olmamıştır oyları..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.