Üniversitede Özgür Düşünce mi?
"Tabuların değil özgür düşüncenin hakim olduğu, susmanın değil konuşmanın erdem sayıldığı bir yerdir üniversite. Sistematik düşüncenin esas olduğu bir alandır.
İnsanların soru sormaktan çekinmediği, soru sormanın ayıp ve günah kabul edilmediği, tam tersine teşvik edildiği, cevap aramanın hem de yüksek sesle cevap aramanın fazilet kabul edildiği yerlerdir. Üniversiteyi üniversite yapan temel değer budur.
Bilgi elbette önemlidir. Ama öğrencilere özgür düşüncenin kapısını açması gerekiyor."(http://www.medya73.com/ksude -akademik-yil-acildi-haberi-353510.html)
Kim söylüyor bu güzel ve haklı sözleri?
Kahramanmaraş Valisi Mehmet Niyazi Tanılır.
Hem de tam yerinde. Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi'nin 2010-2011 eğitim öğretim yılı açılışı için düzenlenen törende söylüyor bunları.
Tanılır, üniversitelerin her şeyden önce özgür bilimin, özgür düşüncenin ayrıcalıklı alanı olduğunu kaydeden Tanılır, arkasından alıntıladığımız konuşmasını yapmış.
Acaba rektör, dekanlar ve eğitim öğretim görevlileri neler düşünüyordu o anda, çok merak ediyorum. “Haklısın ama…” mı diyorlardı, yoksa “hadi canım sende” mi? Çünkü her iki gurubun da bolca bulunduğu yerlerdir üniversiteler.
Ne derece gerçekleşebilir bu hayal bu şartlarda acaba bu ülkede?
Bu ülke ki, anayasasında belli bir ilke ve ideolojiye bağlamış yönetimi, eğitimi, hukuku, hatta her şeyi…
O çizgiden çıkmayı “gaflet, dalalet, hatta hıyanet” olarak görmüş. Bunun için denetleyici YÖK’ü kurmuş. Her fakültede o ideolojinin devrim tarihi okutulur. Tıp ya da hukukta fark etmez.. “Bana ne bu dersten? Burası tarih fakültesi mi?” diyemez kimse. Derse gününü görür.
Acaba bu zamana kadar kaç eğitim öğretim adamı atılmıştır üniversitelerden?
Keşke bunu bilseydim. Bu kadar emek, bir ideolojik dogmaya nasıl kurban edildi, somut rakamlarını söyleyebilseydim. Ama on binleri bulacağından hiç kuşkum yok.
Yıllar öncesini hatırlattı bana bu sözler. Seksenli yılların ortalarında idi. Bir İlahiyat Fakültesine öğretim görevlisi için sınavlara katılmıştık. Ben yabancı dilden kaybettim. Ama bir arkadaşımız iki sınavı verdi ve iş branştan 3. sınava kaldı. O gece o fakülteden bazılarının ona verdikleri taktikleri ve yaptıkları uyarıları görünce midem bulandı ve kendi kendime “iyi ki ilk sınavı verememişim. Yoksa ben burada yaşayamazdım” dedim içimden.
Taktiklerden bir kısmı şöyleydi: “Falanları hiç tanımıyorsun. Filanlara karşı çok saygılı ol. Şu düşünceleri öne çıkar. Asla şu düşünceleri çağrıştıracak sözler sarfetme…”
Hatta ne olur ne olmaz diye ünvana göre rektöre iki ya da üç yılda bir sözleşme yenileme yetkisi verilmiş. Yani her zaman denetim altındasın. “Sana ihtiyacımız yok” denildiğinde işin bitmiştir.
Yahu bir işçiyi bile böyle kolay işinden edemezsiniz, bu nasıl baskıcı bir sistemdir böyle? Yok olasıca YÖK düzeni böyledir işte…
Bazı Prof. tanıdıklarıma sitem etmiştik bir ara, “neden halka bu kadar kapalısınız? Neden bilgilerinizden şehrinizi mahrum ediyorsunuz?” diye. O da açtı ağzını, yumdu gözünü. Meğer ne dertliymiş öyle.
“Yahu” diyor, “bırak konferans, seminer, vaaz vermeyi, davet edilen bilimsel sempozyumlara katılmamız bile sorun oluyor. “Masrafı bizden” desek bile izin alamıyoruz.”
Acaba fakülteler programlarını hazırlamada ne kadar serbestler?
Acaba yöneticilerinden kaç tanesi emekli asker veya istihbarat elemanı? Ya birbirlerini gammazlamalar? Vazgeçtik o hasetçilikten, dünyalık ve benlik yarışından…
Bugün üniversiteler 12 Eylül Darbesi ve YÖK ile büyük bir perişanlık yaşamaktadırlar. “tek tip insan yetiştirme projesinin” ana merkezi maalesef üniversitelerdir. Bir ilköğretim kurumu bile onlardan daha özgür.
Bu konuda “İlim ve Özgürlük” isimli kitabımızda yeterli bilgiler vermiştik, bakılabilir.
Bütün bu gerçekler karşısında vali beyin sözleri bir devrim niteliğinde önemli sözlerdir. “Bir marangozun sandık yapmak için tahtaya ihtiyacı var” demek gibi, aslına bakarsanız bu sözler üniversiteler için ne kadar gereksizdir değil mi?
Artık olağanın yerine taht kuran olağanüstülükleri kovma zamanı gelmedi mi?
Ne dersiniz, bu alıntılar ümit veriyor değil mi?.