Din karşıtı jakoben laiklik
Biz, Avrupa’da doğan ve dine, dindara veya ateistlere nötr kalan laikliğe değil; ismi laiklik olan, ama ‘jakobence’ uygulanan, özellikle İslâmiyeti ve Müslümanların dinî hayatını ortadan kaldıran bir unsur olarak kullanılan1 laikliğe karşıyız ve mücadele ede geldik. Halen AB’yi savunmamızın sebeplerinden birisi de budur. Hak ve hürriyetleri yerleştirmek ve gerçek laikliği uygulamaktır. Yani, devletin, rejimin din ve dindarlar arasında tarafsız kalmasıdır. Laiklik, aynı zamanda inanç hürriyetidir ve inançların şemsiyedir.
Jakoben laik ve seküler bir anlayışın İslâm toplumlarında yeri olamaz. Üstelik, Türkiye Cumhuriyeti Devletini kuranlar, ilk başlarda Anayasa’da bile “laik” kelimesine yer vermemişlerdi. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşta laik olmadığını söylemek, bir fikir beyan etmekten ibaret değildir. Eğer bunu bilmeyen varsa veya tereddüt varsa, 1924 Anayasası’nı açar, ikinci maddesine bakar. Eğer laiklik dinle devletin ayrılmış olması ise, orada laiklik tâbiri olmadığı gibi, devletin dini söz konusudur, o da İslâmdır.2
Fransız Büyük İhtilâli’nin tesirinde kalan bir kısım ‘aydın’ımız, yanlış bir kıyas ile, “Batı laik oldu, dini terk etti, ilerledi; biz de dini terk edelim ve terakkî edelim” mantığıyla hareket ederek, İslâm dinine karşı savaş açtı. Çünkü, Osmanlı’yı İslâmiyetin geri bıraktığına inanıyorlardı. Hattâ bunun için, Protestanlığı bile millete kabul ettirmek için bir hey’et teşkil edildi.3
Milletin sosyal yapısı, inancı, kültürü, gelenekleri, tarihî gelişimi ve dünyanın akmakta olduğu “serbestiyet ve mâlikiyet” devrine de taban tabana zıt olan “devrimler”, 1925-1932 yılları arasında tamamlanır. İpleri ele geçiren iktidarın, ilke ve inkılâpları yerleştirmek için hangi yollara başvurduğunu kendi ifâdelerinden takip edelim: “Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz inkılâpların gayesi, Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen asrî ve bütün mânâ ve eşkaliyle, medenî bir topluluk haline getirmektir. İnkılâplarımızın esas gayesi budur. Bu hakikati kabul edemeyen zihniyetleri tar ü mâr etmek zarûrîdir.” 4
Yapılmak istenen şey, eskiyi kaldırıp, yeni bir insan modeli ortaya çıkarmaktı. Uygulanan laiklik de tamamen, “dinsizlik” mânâsında, “Militan laiklik” 5 idi. Aslında hedeflenen veya en azından millete karşı söylenen şey, “Din karşısında tarafsız, modern bir millî devlet kurmaya yardım etmek, yeni ve hür bir fert tipi” 6 yetiştirmekti. Gözardı edilen önemli bir püf noktası vardı: İslâm milliyeti, 1000 yıldan beri, milletin genlerine işlemiş, âdeta kotlanmıştı. Buna rağmen, böyle bir laiklik anlayışı ve tatbikatı çarpıktı, yanlıştı, kasıt değillse, büyük bir ihmaldi... Gerçi, İngiltere Sömürgeler Bakanı Gladstone, Ocak 1938 yılında, hükûmet başkanına sunduğu raporda, “ihmal” olmadığını açıkça belirtmişti: “Savaş bize gösterdi ki, İslâm Birliği, imparatorluğun sakınması ve mücadele etmesi gereken en büyük tehlikedir. Ne mutlu bize ki, Kemal Atatürk, Türkiye’yi kavmiyetçi ve laik bir çizgiye yerleştirmekle kalmadı, aksine tesirleri çok derin olan reformlar yaptı. Bu reformlar, Türkiye’nin İslâmî tesirini kırdı.” 7 Gladstone, daha önce de, İngiliz Avam Kamarasında Kur’ân’ı kaldırmış, “Ya bu Kur’ân’ı kaldırmalıyız veya Müslümanları ona düşman etmeliyiz veya soğutmalıyız” demişti. Nitekim, emeline ulaştığını da çok geçmeden, yukarıdaki raporuyla açıklamıştı.
Dipnotlar:
1- Ali Ferşadoğlu, Gönüllü Kültür Kuruluşları, Yeni Asya Neşriyat, İst., 1995, s. 21. 2- Süleyman Demirel, (Kâzım Güleçyüz), İslâm, Demokrasi, Laiklik, Yeni Asya Neşriyat, s. 79. 3- Prof. Dr. Şerif Mardin, Türkiye’de Din ve Siyaset, İletişim, İst., 1998, s. 97. 4- Cumhuriyet’in 10. Yıl Nutku, 30 Ağustos 1925. 5- C. Eroğlu, Demokrat Parti Tarihi, s. 91. 6- Prof. Dr. K. H. Karpat, Türk Demokrasi Tarihi, s. 232. 7- Prof. Zekzuk, s. 94.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.