A. Oktay Güner’in 12 Eylül hatıralarını okurken ağladım
12 Eylül 1980 darbesiyle, Türkiye yeni bir döneme girdi. Hukuk örtüsü altında, büyük zulümler yapıldı.
12 Eylül 1980 darbesi, hakkın, hukukun, adaletin, asaletin tepelendiği bir dönemin başlangıcı oldu. Demokratik nizam, altüst edildi: TBMM kapatıldı. Bütün siyasî partilerin ve derneklerin kapısına kilit vuruldu. 650 bin kişi gözaltına alındı. 1 milyon 683 bin kişi fişlendi. 230 bin kişi yargılandı 7 bin kişi için idam cezası istendi. 517 kişiye idam cezası verildi. 50 kişi asıldı. 300 kişi, şüpheli şekilde öldü. 171 kişinin işkenceden öldüğü anlaşıldı. Cezaevlerinde 299 kişi hayatını kaybetti. 43 kişi intihar etti. vs. vs...
Gerçi, 12 Eylül’den önce terör, Türkiye’de her gün 5-10 can birden alıyordu. Sıkı yönetim, teröristlerin üzerine bilhassa gitmiyordu. Bunu, Orgeneral Kenan Evren millet önünde yaptığı bir konuşmada bizzat ifade etmişti. “Olaylara tam beş yıl seyirci kaldıklarını” hem de bağıra bağıra söylemişti.
Türk Yurdu Dergisinin 277. sayısı, 12 Eylül 1980 darbesini lif lif ederek ortaya koyuyor. 30 fikir-sanat-siyaset erbabı, askerî darbelerin milletimize, devletimize, ordumuza, demokratik hayatımıza bir kanser tümörü gibi yapıştığını belirtiyorlar. Gönlüm istiyor ki Genelkurmay Başkanlığımız, Türk Yurdu’nun Eylül sayısını, bütün askerî okullara, ordulara özellikle tavsiye ederek okunmasını sağlasın. Askerî darbelerin, başlangıçta iyi niyetlerle, “vatanı kurtarmak” düşüncesiyle yapıldığını, ama bilgisizlik yüzünden zamanla ne büyük felâketlere yol açtığını genç subaylara ve komuta kademesine başka nasıl anlatabiliriz? Derginin Eylül sayısında, tesbitler ve tahliller yanında 12 Eylül darbesinin zulmüne uğramış siyasîlerimizle yapılan konuşmalar da var.
Eski Ticaret Bakanlarımızdan Agâh Oktay Güner’in anlattıkları insana dehşet veriyor. Agah Oktay, benim 55 yıldan beri arkadaşım. Devletimizi, milletimizi, ordumuzu, vatanımızı... aşk derecesinde seven bir yürekle yaşadı/yaşıyor. Ama 12 Eylül’ün hem de askerî savcısı, onun idam edilmesini isteyerek dâvâ açtı. Agâh Oktay, MHP milletvekili olarak üç ülkücü meslek kuruluşunda konuştuğu için askerî savcı, onun idamı için debelendi durdu. Ancak Stalin vahşetinde veya Hitler nazizminde görülecek bir ahmaklık yüzünden, Agâh Oktay ve arkadaşları en az 14 ay çile çektikten sonra beraat ettiler. Oktay, konuşmasının bir yerinde diyor ki:
-”Çok kötü şartlarda yaşadık. İnanın Dil Okulunda, bir kuru soğan, bir cadillac arabadan daha değerliydi.
Rahmetli Türkeş, 3.5 ay diş ağrısı çekti dişçiye götürmediler. Çok sevdiğimiz bir avukat kardeşimiz, genel idare kurulu üyemiz kalp krizi geçirdi. Yürüterek dış kapıya kadar götürdüler.
Erbakan Hocayı, Doğu Perinçek’i otobüsle götürüyorlar mahkemeye. Bizim hepimizi, bir demir kutuya doldurdular, sardalya balığı gibi. Dört tekerlekli bir demir kutu, penceresi yok, havalandırması yok. Hepimiz ayaktayız. 6 saat, Ankara güneşinin altında beklettiler. Mamak’ta bizi, ilk duruşma günü arabadan indirdikleri zaman kalp hastası olan Tahsin Hoca, Necati Paşa, Alparslan Türkeş, mosmordu.
Savcı, bir hukuk katilidir. Gençlerin, yemek yerken, yemek tabaklarına bazı subayların ayaklarıyla toprak attıklarını ben gördüm. 3-4 gence bir kaşık veriyorlardı. Biz öğlen yemeklerimizi gençlerin koğuşunda yiyorduk. Af buyurun sidik kokusundan odalara girilmiyordu. Bel kemiklerine, devamlı tekme yedikleri için idrarlarını tutmaları mümkün değildi...”
Ülkücü gençlerden biri Agâh Oktay Güner’e diyor ki: “Şu savcı, benim sırtıma bindi. Başıma demir çubuklarla vurarak ‘şu zabıtları imza et yoksa seni öldürürüm’ dedi. Ben imzalamadım. Sonra beni yere yatırdılar. Vücudumun soluna sağına kum torbaları koydular. Askerler, saatlerce tekmelediler. Kan işiyorum feryadına rağmen, gençler doktora sevk edilmediler...”
Bizim savcılarımızın, bizim askerlerimizin, bizim çocuklarımıza uyguladıkları işkenceleri okuyunca, kendimi tutamayarak uzun uzun ağladım...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.