Rekorlarımız
Çehov'un bir oyunundaki üç kız kardeşin büyük emelleri Moskova'ya gitmektir. O konuda durmadan konuşurlar, ama planları bir türlü gerçekleşmez. Perde kapandığında hevesleri kursaklarında kalmıştır.
Klasik diye övülürse de, çoğu insan hayli sıkıcı bulur o oyunu. Konusunun ne olduğu sorusunu bir İngiliz eleştirmen şöyle yanıtlamıştı:
"Üç Kız Kardeş'in konusu Moskova'ya gitmemektir."
***
Haksızlık tabii. Bir şeyi yapmamak da yapmak kadar dramatik sonuçlara yol açabilir. (Eşinizin doğum gününü unutun da görün.)
Öyle durumlar yarışma konusu bile sayılıyor da, yapmama şampiyonlukları haber değeri kazanıyor. Dün dünya gazeteleri ve ekranlarında önemle duyuruldu, uzun yorumlara konu oldu:
"Irak Rekor Kırdı."
Neyin rekoruymuş? Hükümet kuramamanın. Daha önce Hollanda'daydı o konudaki kupa. Otuz küsur yıl önce oradaki seçimlerden sonra koalisyon kurulması 208 gün sürdü. Irak'ta bu yıl mart başında yapılan seçimlerin üstünden 209 gün geçince komşumuz yeni şampiyon oldu.
Kıskandım biraz. Olimpiyatlarda falan pek madalya toplayamıyoruz. Sürüncemede bırakmak gibi ters yönlü yarışlarda da olsa, rekor kırdığımız yok mu diye düşününce yüzüm güldü. O yönde ödüllendirme yapılsa, kupaları koyacak yer bulamayız.
İşler durumdaki bir dev binayı onaracağız diye haşat edip onarmamak konusunda rekor kırmış durumdayız.
Terör yardakçılığından yargılama amacıyla insanları tutuklayıp yargılamama konusunda? Açık ara birinciyiz.
Başları örtülü olduğu için yetişkin kızların üniversiteye girememe sorununu çözmeme süremiz dünyada ilgiyle izleniyor.
Başka sorunların da üstesinden gelmeyip sürekli ertelemeye bırakmayla açığa vurduğumuz sabır gücü dosta düşmana parmak ısırtmakta. Trafikten tutun, eğitimdeki dershane kangreni gibi sayısız kördüğümün çözüm bekleme süreleri yanında Irak'ın 209 gününün lafı mı olur?
Bu duruma öylesine alışmışız ki, sorunlarımızdan birinin çözülecek gibi görünmesi bile kimilerimizi fena halde rahatsız ediyor. Âdet değil!
Kürtler normal vatandaş yerine mi koyulacak? Daha demokratik Anayasa mı yapılacak? Ermenilerle, Yunanlılarla gerginlikler mi giderilecek?
Olmaz efendim. Satılıyoruz, batıyoruz, bitiyoruz. Bize üzüm yemek değil, bağcı dövmek de değil, onu ve birbirimizi yemek gerek.
***
Dünyada da insanı gülümseten şeyler oluyor.
"Yalanlayarak doğrulamak" deyimiyle adlandırılan bir tutum yanlışı vardır. Bir iddiayı tekzip için yaptığınızla onu haklı çıkardığınız durumlar için kullanılır.
Amerika'da bir sunucu ekranda Musevi asıllı bir komedyenle konuşurken "Bu ülkede Yahudiler medyaya egemenler" anlamında sözler söyledi.
Doğrudur. O somut gerçeğin belirtilmesi de Yahudi aleyhtarlığı değildir. Ama kıyamet koptu. İşten atıldı sunucu.
Peki, öylece ne kanıtlanmış oldu? Amerikan medyası üstündeki Yahudi egemenliği!
Bizde de aynı komikliğin başka türlüsü var. Ters yönde.
Faşist eğilimli güçlerin yazma ve konuşma özgürlüğü üstünde korkunç bir baskı kurmakta olduğu gazete sayfalarıyla ekranlarda dile getiriliyor her gün. İddiaların tek kanıtı sayılabilecek tutuklama sürelerine karşı çıkan yetkililer de takiyecilikle suçlanırken, adliye mekanizmasının içindeki sorumluların üstüne gidilmiyor.
Peki, faşist güçlerin kurduğu korkunç bir baskı varsa, o güçlere hakaret nasıl ediliyor boyuna? Bırakın Hitler Almanya'sını, McCarthy Amerika'sında Başkan'a numaracı zorba ve hain diyen bir yorumcunun başına neler gelirdi?
Gerçek sorunlarla boğuşalım, sanallarıyla değil.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.