Şu 'cemaat' meselesi: İdeolojik eleştiri başka, kanıtlarla suçlama başka
Emniyet Müdürü Hanefi Avcı'nın temel iddiasını biliyorsunuz: Fethullah Gülen Cemaatinin, devleti ele geçirdiğini iddia ediyor.
Gülen Cemaati'nin toplumun birçok alanında, eğitimden ekonomiye önemli girişimleri olduğunu zaten biliyoruz.
Bu cemaat... Eline silah almadığı, "İslam devrimi" gibi radikal bir projesi olmadığı, eğitime çok önem verdiği ve dindarların çağdaş dünyaya uyum sağlaması için çeşitli kuruluşlar yarattığı için Kemalistlerin hedefi haline geldi.
Bunun sonucu olarak Gülen Cemaati "ideolojik" açıdan eleştirildi ama ortada bir "suç" yoktu.
Avcı'ya kulak verdiğimizde ise benzeri bir durumun devam ettiğini görüyoruz: "Suç" nerede?
Yani somut olarak hangi suç işlenmekte?
***
Avcı bazı Gülen taraftarı emniyetçilerin, yasalara aykırı dinleme yaptığını söylüyor.
Doğru olabilir. Böyle bir olasılık elbette var.
Askeriyenin "PKK'yı dinleyeceğiz" gerekçesiyle dinleme cihazları aldığı... Ancak minibüslere yerleştirilen bu cihazlarla, Baskın Oran, Doğu Ergil gibi bazı aydınları dinlediği ortaya çıktı.
Son olarak da Başbakan Erdoğan'ın bazı telefon görüşmelerinin, Ergenekon bağlamında yargılanan Erzincan Başsavcısı İlhan Cihaner'in elinden geçtiği ortaya çaktı.
Şu ülkenin haline bakın: Dokunulmazlığı olan Başbakan'ın telefonları dinleniyor! Yetmedi, konuşma dökümleri elden ele dolaşıyor...
Başkaları telefon dinler de, Emniyet'teki Gülenciler dinlemez mi? Elbette dinleyebilir.
Mümkündür.
Ancak bir şeyin ihtimal dahilinde olması başka, gerçek olması başka...
Askeriyenin yaptığı yasa dışı dinleme çeşitli kanıtlarla ortaya döküldü... Başbakan Erdoğan'ı dinleyenler olayı ağızlarından kaçırdı.
Yani ortada çeşitli çapta deliller var.
Şimdi benzeri somut delillerin, "suç işleyen" Gülenci Emniyetçiler için de ortaya konulması gerekir.
O zamana kadar söylenecek her şey, bir söylenceyi çoğaltmaktan öteye gitmez ki bence yapılmaya çalışılan tam da budur!
***
Şunu demek istiyorum:
Hatırlarsınız... "Yaşam tarzımıza müdahale edilmesinden korkuyoruz" diyenlere basit bir soru yöneltmiştim:
"Ne yapılırsa bu endişeniz yatışır?"
En hınzırından, en zırvasına, her konuda bir ton laf üretenler, bu basit soruya cevap vermedi.
"Veremedi" değil, "vermedi".
"Tayyip Erdoğan böyle yaparsa, Meclis'ten şöyle bir kanun geçerse, endişemiz kalmaz" demediler...
Niye? Çünkü onlar "korkuyoruz" diyerek, karşı tarafı töhmet altında bırakmayı sürdürmek istiyor.
"Aslında var olmayan" endişelerinden kurtulmak gibi bir amaçları bulunmuyor.
Her fırsatta, "korkuyoruz, tedirginiz, endişeliyiz" diyecekler ki AKP ve Hükümet çevreleri zan altında kalsın.
Evrensel hukuk ilkesidir:
Suçlayan, suçu ispat eder.
Halbuki bu konuda mekanizma tam tersine işliyor: "Suçlu olmadığını ispatla" deniyor.
***
Benzeri bir durum Gülen Cemaati için de geçerli: "Cemaat suçsuz olduğunu bize göstersin" denmekte.
Peki, bunu nasıl yapsın?
"Efendim, cemaat şeffaflaşsın."
Bence bu tip "sivil toplum oluşumlarının" şeffaflaşacağı tek alan var:
Özellikle okul ve kurs açmak, öğrencilere burs sağlamak amacıyla dindarlardan toplanan bağışlar...
Bunun haricinde nasıl bir "şeffaflık" olabilir?
Gülencilerin kurduğu okullar, dernekler, vakıflar denetleniyor... TV, gazete ve dergilerin yayınları zaten ortada...
Görünenin dışında bir "numara", bir "tezgah", bir "komplo" varsa (ki olabilir)... Bunu ispatlamak, suçlayan tarafın görevidir.
Ben Hanefi Avcı'nın kitabı çıktığından beri somut kanıt bekliyorum.
Soru basit: "Hangi Gülenci, kimi, nerede, ne zaman, yasa dışı biçimde dinledi?"
İsim verin ki yargılansın...