Faruk Çakır

Faruk Çakır

Ah şu darbeciler!

Ah şu darbeciler!

Neredeyse her 10 yılda bir darbenin yapıldığı ülkemizde, darbelerin ekonomiye verdiği zararları kıyısından-köşesinden tartışıyoruz. Her darbenin Türkiye’yi 20 ya da 30 yıl geriye götürdüğünü uzmanlar da ifade ediyor.

Peki, darbelerin zararı sadece ekonomik verilere bakılarak mı anlaşılır? Sosyal ve siyasî zararlarını kim hesap edecek? Söndürülen ocakların, yıkılan hayallerin hesabı da ayrıca sorulmalı değil midir?

27 Mayıs 1960’taki kanlı darbe ve devamındaki darbelerle darbeciler, kendi anlayışlarına göre ‘yol’dan çıkanları ‘yol’a getirmeyi hedeflemişler. Onların ‘yol’ dediği şey, aslında bataklığa saplanan bir yoldur. Hem ekonomik, hem de siyasî olarak hâlâ problemlerle karşı karşıya isek; bunun ilk sorumlusu darbeciler olmalıdır. Maalesef, 27 Mayıs 1960 ve 12 Eylül 1980 darbeleri sonrasında yapılan yanlışların faturasını millet olarak ödemeye devam ediyoruz.

27 Mayıs 1960 darbesinin bir mağduru da dünyaca tanınan İslâm Bilimleri Tarihi Profesörü Fuat Sezgin olmuş. Prof. Sezgin, eğitim için gittiği Almanya’dan 1.5 yıl sonra geri döndüğünde bazı maceracıların darbe yapmış olduğunu kaydederek, “Bir sabah gazeteden öğrendim ki, benim de üniversitedeki görevime son verilmiş. Hani 1960 darbesi sonrası görevine son verilen meşhur 147’likler var ya! İşte onlardan biri de bendim” demiş. (Sabah, 10 Ekim 2010)

Bakınız, darbeci anlayışın “işe yaramaz” diye kapıya koyduğu bir ilim adamımız, “gurbet eller”de uygun zemin bulunca dünyanın saygı duyduğu bir ‘otorite’ oluyor. İstanbul Gülhane’de kurduğu İslâm Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi’nde Müslümanların icatlarını sergileyen dünyaca ünlü bilim adamımız Prof. Dr. Fuat Sezgin, “darbe günleri”ni anlatırken de şöyle demiş: “...Menderes’i asmışlardı. Ağladığımı hatırlıyorum. Almanya’ya dönerken arkama bile bakmadım.”

Prof. Sezgin, Türkiye’ye küsüp küsmediğine dair bir soruya da, “O zaman küsmüştüm. Çünkü benim gibi bir değeri kaldırdılar, sokağa attılar. Ben Türkiye için yoktum! Ben Türkiye için bir şey değildim” diye cevap vermiş.

Bu vesile ile İstanbul’da ikamet edenlerin ve bir şekilde İstanbul’a ziyaret için gelenlerin İstanbul Gülhane’deki “İslâm Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi”ni mutlaka ziyaret etmesini tavsiye ederiz. Prof. Sezgin, bu müzenin yeteri kadar ilgi görmemesine de üzüldüğünü ifade etmiş. Oysa bu müze, “Her şeyi Avrupalılar yaptı, bizim ecdadımız hiç bir şey üretmedi, icad etmedi” propagandasını yerle bir eden bir müze.

Tabiî akla şu geliyor: Geçmiş asırlarda ilimde ve fende en önde olan İslâm âlimleri, son asırda niçin aynı başarılara imza atamadılar? Bu soru bir paragrafta cevaplandırılabilecek bir soru değil. Fakat akla kapı açacak bir tesbiti hatırlatabiliriz: Sorunun cevabının bir şıkkı, Prof. Sezgin’in başına gelenlerden anlaşılır. Dün ve bugün ‘darbeci anlayışı’ temsil edenler ilim adamlarına engel olduğu için!

27 Mayıs ve 12 Eylül gibi ‘kanlı ve kansız darbeler’den sonra olduğu gibi, yapanlarca ‘post-modern darbe’ olarak isimlendirilen 28 Şubat sürecinden sonra da yine binlerce insan benzer şekilde mağdur edildi. Başörtüsü takmaları sebebiyle okullardan atılan öğrencilerimiz, hicret ettikleri ülkelerde de benzer şekilde başarılara imza atmadılar mı? “Microsoft firmasındaki başörtülü” haberlerini görmedik mi? Türkiye’deki okullara alınmayan başörtülüler, Avrupa üniversitelerinde ‘el üstünde’ tutulmadı mı?

Yıllar geçiyor, ama darbecilerin anlaşıyı hiç değişmiyor. İşleri, güçleri Türkiye’nin önünü tıkamak, ufkunu karartmak... Hepsine Risâle-i Nur’un diliyle seslenelim: “Ey iki hayatın rûhu hükmünde olan İslâmiyeti bırakan iki ayaklı mezar-ı müteharrik bedbahtlar! Gelen neslin kapısında durmayınız. Mezar sizi bekliyor, çekiliniz.” (Münâzarât, s. 87-90)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Faruk Çakır Arşivi