Zihniyet değişsin, üniversiteler kurtulsun
Pek çok dünya ülkesinde millete öncü olan üniversitelerin, Türkiye’de aynı şeyi başarabildiğini söylemek kolay değil. Bu durum, geçmişten gelen bir ‘hata’ olarak önümüzde duruyor.
İş adamları ve onların kurduğu vakıf ve dernekler her fırsatta üniversitelere seslenip, ‘üniversite-sanayi işbirliği’nin kurulması gerektiğini söylerler. Aslında bu birlik sağlanabilse pek çok problemi aşmak mümkün olacak. Fakat nedense üniversite-sanayi işbirliği bir türlü kurulamaz ve bugüne kadar da kurulamadı.
Elbette bütün üniversiteleri ve bütün öğretim üyelerini aynı kefeye koyma hatasına düşmemeliyiz. İdeal mânâda olmasa bile, bu konuda ciddî adımlar atan ve hem sanayicilerle, hem de milletle buluşan ve kaynaşan üniversiteler ve başarılı yöneticileri vardır. Zaten onlar bulundukları yerlerde el üstünde tutuluyorlar.
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Selahattin Turan, ‘içerden biri’ olarak acı konuşmuş. “Türkiye’de yüksek öğretim topluma yön veren bir kuruluş olamadı. Daha çok bütün tartışmaların merkezinde yer alan bir kuruma dönüştü” diyen Prof. Turan, “Türk yüksek öğretiminde finansal sorun yok, zihniyet sorunu var. Türk yüksek öğretiminde para ve insan var ama bunların etkin kullanımı söz konusu değil” demiş. (AA, 12 Ekim 2010)
Bu tesbiti her hangi bir işadamı ya da onların kurduğu bir dernek yapmış olsa, belki başka maksatlar aramak akla gelebilirdi. Fakat bu tesbitler ‘işin içinde’ olan bir uzman tarafından dile getirilmiş. Tahmin ediyoruz ki, başka pek çok öğretim üyesi de benzer tesbitlerde bulunur ya da bu tesbitlerin altına imzasını atabilir.
Yapılan bir tesbit daha var ki, o da işin vahametini gösteriyor: “Türkiye’de profesör olduktan sonra hiçbir şey yapmak zorunda değilsiniz. Böyle bir şey dünyada yok. Türkiye’de akademisyenler bilimin zirvesinde idari görevlere ilgi duyuyor. Rektörlük için onlarca kişi başvuruyor. Gelişmiş ülkelerde bölüm başkanı bile zor bulunuyor. Bizde ise herkes dekan ve rektör olmak istiyor.”
Araştırma ve icadlar yerine ‘idarî görev’lerin tercih edilmesi üniversitelerin önünü tıkayan bir durum. Elbette idarî görevlere talip olanlar da olacak, ama ilim üretmede yapılması gereken ‘yarış’ın; yöneticilik noktasına taşınması doğru değil.
Peki ne yapmalı? Elbette bu sorunun doğru cevabını da yine üniversitelerde çalışan ilim adamlarımız verecek. Klasik bir tesbit, ama araştırmaların cazip olması için önce zihniyetin değişmesi şart.
Milletle kaynaşan, onun değerlerine saygı gösteren bir üniversite ancak sanayicilerle de kaynaşıp kucaklaşabilir. Gerek siyasetçiler ve gerekse sivil toplum kuruluşları üniversitelere bu noktada yardımcı olmalı. Sanayiden, ticaretten ve tabii ki milletten kopuk bir üniversite ile ‘muasır medeniyet seviyesi’ne ulaşmamız mümkün olamaz...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.