Tarafsız yargı
ÖNCE bir soru: ‘Kemalist yargı’ya karşı yargının tarafsız olması gerektiğini savunan biri, bugün yargının muhafazakârlaşacağı endişelerini görmezlikten gelebilir mi?
12 yıl önceki bir yazımdan alıntı yapmak istiyorum:
“Bir hâkim bir derneğin ideolojik amaçlarını paylaşabilir ama hukukun kavramlarını bunlara göre yorumlayamaz, ideolog gibi konuşamaz...” (Milliyet, 4 Ocak 1998)
O zaman ne AK Parti vardı ne de YARSAV.
Yazıdaki dernek, Atatürkçü Düşünce Derneği’ydi.
28 Şubat dönemiydi. Yargının tarafsız bir mahkeme gibi değil, marşlarla, nutuklarla, komutanların Yargıtay’ı ziyaretleriyle, hâkimlerin Genelkurmay’da brifinglere gidişiyle şekillenen vahim bir dönemdi.
Sami Selçuk’un kitabında yazdığı gibi “Yargıtay, hukuku temelden yıktı” diye özetlenen bir dönemdi.
Bugün yargının “bağımsızlığı” için mücadele edenler o zaman ordu-yargı işbirliğiyle tarafsız adaletin çiğnenmesine alkış tutuyorlardı.
Adalet tarihimizde böyle utanılacak dönemler az değildir.
Mağduriyet duygusu?
Ben yazılarımla bunlara karşı çıktım. Liberal filozof Hayek, hukukçu Ali Fuat Başgil, siyaset bilimci Verba gibi bilgin ve düşünürlerden alıntılar yaparak “tarafsız yargı” fikrini savundum. Yargının tarafsızlığına güvenilemezse bunun yol açacağı tahribatı anlattım.
Toplum vicdanı da yargının ideolojik tarafgirliğini affetmemiştir. Demokrat Parti’yi, Adalet Partisi’ni, Özal’ın ANAP’ını, bugünkü AKP’yi iktidara getiren ve referandumdan yüzde 58 evet çıkaran sosyolojik faktörlerden biri budur.
“Mağduriyet duygusu” dediğimiz olgu...
Yargının tarafsızlığının sağlanması için hukuk biliminin bize öğrettiği şudur: Anayasal yargıda ve yargı yönetiminin HSYK gibi kurullarında, kendi kendini seçerek süreklilik kazanan ideolojik tutumu gidermenin ve tarafsızlığı gerçekleştirmenin yolu, üyelerin çeşitliliğini sağlamaktır!
Onun için parlamentolar, devlet başkanları ve yargının geniş tabanı üye seçmektedir.
Tarafsızlık=çeşitlilik
Son anayasa değişikliği bu yöndedir ve isabetlidir. Fakat...
Çeşitliliği ve dolayısıyla tarafsızlığı sağlaması için oluşturulan mekanizmalar, mesela Meclis’in ve Cumhurbaşkanı’nın üye seçmesi eğer “öbür taraflılık” algısına yol açarsa, bu defa “mağduriyet duygusu” sadece taraf değiştirmiş olur!
Huzursuzluk artar yine...
Unutmayalım ki, “özel yetkili mahkemeler”in eski DGM’ler gibi çalışmasından Cumhurbaşkanı’nın da yakındığı bir dönemdeyiz.
Başbakan da haklı olarak “yüzde 42’yi anlamalıyız” demişti.
Yargının tarafsızlaşmayıp taraf değiştirdiği algısı oluşursa, “yüzde 42”nin kaygıları daha da artmaz mı?
Onun için bu hassas süreçte kaygıları körükleyecek sert davranışlardan sakınmak şarttır.
Uçları seçmeyiniz!
* Sayıştay’ın belirlediği üç adaydan birini seçivermek yerine, mesela; biyografileri Meclis’e dağıtılmalı, muhalefetle uzlaşma görüşmeleri yapılmalı, ondan sonra oylamaya geçilmeliydi...
* Adalet Bakanlığı’nda yüksek bürokratik görevlerde bulunan yargıçlar Anayasa Mahkemesi’ne, Yargıtay ve Danıştay’a bile seçilebiliyorlar. İdari bir kurul olan HSYK’ya da seçilebilirler ama bu bir doz meselesidir. Murat Yetkin’in yazdığı gibi üç dairenin başına üç bürokratın ‘seçilmesi’ söylentileri doğru ise, bu “çeşitlilik” olmaz, toplumsal gerilimi de tahrik eden bir taraflılık olur.
Tarihe not düşmek için, Cumhurbaşkanı’na, Meclis’e, Adalet Bakanı’na ve pazar günü HSYK’ya 10 üye seçecek olan 11 bin yargıç ve savcıya naçizane bir tavsiyede bulunmak istiyorum: Uçlardaki isimlerden, militan listelerinden sakınmak ve HSYK’ya seçildiklerinde savaş çıkarmayıp sağduyuda birleşebilecek ılımlı isimleri tercih etmek gerekir.
Kim ki bir tarafın kavgacısıdır, adalete en büyük zararı o vermektedir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.