“Bedelliye karşıyız... Çünkü?..”
“Dürüstsün, başarılısın... Tamam!.. Ancak köylüsün!.. Bu kafayı değiştir artık!..”
Kaşlarını çatabildiğince çatarak bunları söyleyen Korgeneral’in lafı nereye getireceğini merak ediyordu...
Aslında... Bir tahmini vardı da...
“Acaba?” diyordu.
Korgeneral devamla:
“Böyle yaparsan seni istesem de himaye edemem, bu devletin belli hassasiyetleri var, bunlarla oynatmayız!..” deyince...
Meseleyi tereddütsüz kavradı....
O mevzu!..
•
Esas duruşta dinliyordu komutanını:
“Eşin türbanlı. Bu olmaz!.. Sosyal faaliyetlere katılmıyorsun, katılsan da modern davranmıyorsun!..”
“Dans günah mı?..”
“Bir kadeh alan ayyaş mı oluyor?.. Bunda ne kötülük var?..”
“Kendine yazık ediyorsun!..”
“Köylülüğünüze sahip çıkıp, sizi himaye edemem!..”
•
Hakim Subay... Komutanına hak vermiyordu lakin anlayabiliyordu!..
Kendisine bunları söyleyen komutanın arzu ettiği makamlara ulaşabilmesi için her türlü “mücadele”den ziyade “irtica ile mücadeleye” önem verdiğini ispatlaması gerekiyordu.
Karşısındaki “eş durumundan türbanlı” personeli himaye ettiğine dair en küçük bir şüphe oluşması halinde, “mürteci kategorisine” alınabilirdi.
Ve.. Böyle bir durum, hayallerine veda anlamına gelebilirdi.
En kötüsü, hedefe kilitlenmiş olan karısıyla arası bozulabilirdi!.. Karısını arkadaşları karşısında küçük düşüremezdi!..
•
Lâkin... Subay’ın da bir hayali vardı...
Ve o hayal, “dünyadaki bütün mevkileri, rütbeleri, zevkleri” anlamsız hale getiriyordu.
Subay, ya hukuka aykırı emre itaat ederek dünyevi pozisyonunu kurtaracak ya da karşı çıkarak mekanizma dışına “atılmayı” göze alacaktı. Korgeneral’in önünde “doğru olanı yapmak” yani “haksızlığa karşı çıkmak” ile yanlış olanı yapmak yani “eşinin başını açtırmadığı takdirde subayın defterini dürmek” seçenekleri duruyordu.
Sonuç mu:
Her ikisi de kurdukları hayallere uygun olanı yapmaya karar verdi!..
•
“Hakim Subay” topun ağzındaydı ki...
Durumu büsbütün “berbat” eden bir olay meydana geldi...
Zamanın adli müşaviri kendisini arayarak, “Filanca Genel Müdür’ün oğlu falanca orada asker. Davası sizin önünüze gelecek... Gereğini yap, sonucu bana bildir!..” diyordu.
“Gereğini yap, sonucu bana bildir!..”
“Hakim Subay” bu “emrin” ne anlama geldiğini biliyordu... Ve “hukukçu” sıfatı karşı çıkmasını gerektiriyordu!..
Öyle yaptı!.. Askerlikten mazeretsiz olarak kaçmış, izin ihlalinde bulunmuş bir zat hakkındaki hüküm de, pozisyonu ne olursa olsun yasalar doğrultusunda verilecekti!.. Bir Kurtuluş Savaşı gazisi olan dedesi Hasan Çavuş’tan aldığı terbiye bunu gerektiriyordu!
•
İki büyük kusuru hazırdı “Subay”ın: “Mürteci” idi ve “söz dinlememekte ısrarlı” idi!..
•
Gel zaman git zaman...
Daha doğrusu... Çok az bir zaman sonra..
Olan oldu... Biten bitti!..
Subay... O gün... Lojmanın yakınlarındaki kolejde okuyan kızını almaya gitti.
Niyeti kızı ile rahat rahat konuşmaktı...
•
“Ne oldu baba? Yüzün asık gibi?..”
“Kızım?..”
“..?”
“Seni bu okuldan almak zorunda kalsak, buralardan ayrılmak zorunda kalsak çok üzülür müsün?..”
“Baba... Yoksa?..”
“Evet kızım!.. Öyle oldu!.. Üzülür müsün?”
“Üzülmem baba!.. Aksine, Cenab-ı Allah’ın bana senin gibi mübarek bir babayı nasip etmiş olmasından dolayı şükrüme şükür eklerim!..”
İçi ferahlayan subay...
“Seninle şöyle baş başa gezmeye çıkmayalı hayli zaman oldu değil mi?..” diye sordu.
•
Baba kız elele...
Uzaklaştılar lojmanlar bölgesinden!..