Hüseyin Öztürk

Hüseyin Öztürk

Çok yemekten ölenlerin sayısı açlıktan ölenlerden daha fazla

Çok yemekten ölenlerin sayısı açlıktan ölenlerden daha fazla

Varlıklı ülkeler tarafından sömürülen toplumların değişmez kaderini pekiştiren bir başka dertleri de kendi içlerindeki tarif edilemeyen soğuk ve sıcak terördür.
Afrika başta olmak üzere diğer yoksul memleketlere baktığımızda kendi içlerindeki kavgadan bir türlü ayıkamadıkları ve ayakları üzerinde duramadıkları görülür.
Sömüren ülkelerin insanları tok, sömürülen ülkelerin insanları açtır. Gündeme en çok açlıktan ölenlerin haberleri gelse de çok yemekten ölenlerin sayısı daha fazlaymış.
Meseleye ülkeler bazında bakmış gibi olsak da esas birey anlamında ele almak daha doğrudur. Sonuçta insan üzerine olup biten her şeyi insanlar inşa etmektedir.
“Komşusu açken tok yatan bizden değildir” diyen Peygamberimiz (s.a.v.)’in bu sistemi, dünyadaki tüm yoksulluğu ve zenginliği bitirecek bir sistemdir. Geçelim.
¥
Önceki gün Nuri Karahasanoğlu; açlar ve toklar konusunda bir araştırmadan söz etti. Yapılan bir araştırmada çok yiyerek ölenlerin sayısı, açlıktan ölenlerden daha yukardaymış.
Doğru mudur? Doğrudur. Emek ve bedel ödemeden elde edilen para, insanı öyle bir hırsa ve harcama tutkusuna sevk eder ki adeta tapılacak duruma getirir.
Bu minval üzere sohbet sürerken Nuri Bey şöyle bir hikâye anlattı.
Padişahlardan birisi, kar ve fırtınalı bir günde, tebdili kıyafet eyleyip, Sarayburnu’na doğru gezintiye çıkmış. Bakmış ki, sahilde birisi oltasıyla balık tutuyor.
Yanına yaklaşıp selam vermiş ve bu havada balık avlayıp avlayamayacağını sormuş. Denizin dalgaları adam boyu olduğu için balık avlamak zormuş ama adam da avlanıyormuş.
Balıkçı; “Belki yolunu şaşıran daha büyük balıklar tutarım veya kıyıya vururlar da onları hiç avlamadan alır giderim” demiş.
Bu söz üzerine padişah; “Oltana takılan ilk balık kadar altın vereceğim, haydi bakalım oltana ilk takılanı çek.” Bir süre sonra oltaya bir şey takılmış, adam çekip almış.
Bakmışlar ki, oltanın ucunda kayısı çekirdeği kadar büyükçe bir şey. Adam çok üzülmüş tabii. Padişah demiş ki, “Üzülme nasibin bu kadarmış, haydi saraya gidelim.”
Birlikte saraya gelmişler, hazine başını bulmuş ve olup biteni anlatmışlar. Terazi gelmiş, bir gözüne oltaya takılan parçayı, diğer göze de altınları koymuşlar fakat o ne?
İlginç bir şey olmuş. Ne olduğu belli olmayan küçücük bir parçanın ağırlığı, neredeyse hazinenin tüm altınlarından ağır gelmeye başlamış.
Hemen bilginleri çağırıp sormuşlar “Bu hal nedir” diye. Kimse bilememiş. “Sokaktan geçenlere soralım” demişler ve sırtında yük küfesiyle yokuş çıkan bir hamala durumu anlatarak sormuşlar.
Hamal bütün olup bitenleri dinledikten sonra padişaha dönüp;
“Sultanım o bir insan gözüdür, doymaz kanmak bilmez. İnsanoğlunun gözünü ancak toprak doyurur” deyip, bir avuç toprak alarak gözün üzerine koymuş ve terazinin diğer gözüne hiçbir şey koymaya gerek kalmamış.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Hüseyin Öztürk Arşivi