Eyvah, öcüler geliyor!
Şu sıralar bazıları başörtüsü dolayımında geleceğe ilişkin kaygıları olduğunu beyan ediyor. Nedir kaygı, nedeni, kaynağı neye dayanır? Konuyla ilgili vaktiyle kaleme aldığımız bir yazı (Kaygı, Yeni Şafak, 1 Eylül 2005) bize bazı ipuçları verebilecek nitelikte görünüyor. İşte:
Kaygı, diyor Freud, tehlikeli bir duruma karşı gösterilen tepkidir. Ve devam ediyor: kaygı, egonun kaçış ya da engelleme planı sayesinde alt edilebilmektedir. Herkeste farklı biçimde tezahür eden semptomlar, kaygının doğumunu engellemek için yaratılmışlardır, denebilir. Fakat belki semptomların, kaygının alarm verdiği tehlike durumunu bertaraf etmek üzere ortaya çıktığını söylemek daha yerinde olur. Dr. Freud'un atlardan korkan "Küçük Hans" örneği ilginçtir. Küçük Hans, atlardan korktuğu için sokağa çıkmak istemez. Burada, sebebi bilinmeyen at korkusu semptom, sokağa çıkmama ise egonun kaygıya meydan vermemek için kendi kendine telkin ettiği bir engelleme veya bir kısıtlamadır. Freud'un asıl hedefi, Küçük Hans'ın atlardan niçin korktuğunu ortaya çıkarmaktır. O, kendi yöntemlerini kullanarak, burada, çocuğun babasını atlarla nasıl değiştirdiği sürecine ilişkin tahlillere girişir.
Freud'un tahlilleri gerçek kaygılar ve gerçek semptomlar için geçerlidir. İcat edilmiş kaygılardan doğan icat edilmiş semptomların nasıl telâfi edileceğine ilişkin Freud'un da söyleyecek bir sözü bulunmaz sanıyorum. Ortada bir kaygı yokken kaygısı varmış gibi görünen; üstelik bu kaygısını gerekçe göstererek kendi kendine kısıtlamalar icat eden birine ne denebilir? Eğer psikoloji veya psikiyatri bilimlerinde bu durumun ayrı bir adı varsa, bilemem: elbette tümüyle yapma bir durumdan söz açıyorum. Yoksa hastalık hastası tiplerin bir ölçüde ciddiye alınması gereken hastalık durumları da söz konusu değil burada değinilmek istenen.
Belki şöyle bir eğretileme yapmak uygundur: söz dinlemeyen çocuğunu başka çare bulamadığı için öcülerle korkutup yola getirmek isteyen bir anneyi ele alalım. Annenin kendisi öcüden korkmaz, çünkü öcü diye bir şeyin olmadığını bilir. Anne, öcüyü ileri sürerek çocuğuna kısıtlama getirir. Fakat öcü diye diye kendisi de öcüden korkmaya başlamış olan bir annenin kendisi hasta haline gelir.
İmdi öcü kaygısıyla hem kendine, hem çocuğuna kısıtlama uygulamak isteyen bir annenin durumu hastalıklıdır. Başlangıçta öcülerin varlığına inanmadan çocuğuna öcülerden bahseden, gide gide evin içinde öcülerin var olduğu faraziyesine dayanarak bir kısıtlama rejimi kuran bir annenin tedaviye muhtaç olduğu bellidir. Onun getirdiği her kısıtlama evin idaresini daha da zorlaştırmaktan başka işe yaramayacağı gibi, öcü kaygısıyla yaşamaya başlayan ev halkı da gide gide aynı hastalıklı düzeni benimsemeye başlar. İşte olanlar da o zaman olur: bu evin dâhili şartları dışarının şartlarıyla uyum sağlamaz hale gelir, fakat bunu o evde yaşayanlara anlatmanın imkânı da kalmaz artık.
Böyle bir evde kurallı durumlar kuralsızlaşmış, kuralsız olması gerekenlerse kurallarla kısıtlanmış olur. Bu evde yaşayanlar, kendi kısıtlanmış durumlarını normlara uygun saydıkları için, dışarıdaki dünyayı normlara uymuyormuş ve pervasızca yaşıyormuş gibi düşünürler. Bir öcü oyunuyla başlayan süreç böylece bir faciaya dönüşmüş olur. Ama yaşanmakta olan facianın facia olduğunu kabul edecek kimse kalmamıştır ortada: ve asıl facia da zaten bu noktada yuvalanmış bulunur.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.