Hadi oynayalım!..
Kızılcahamam kamplarından birine katılmak üzere geçmekte olduğu otel lobisinde Adıyaman vekili Hüsrev Kutlu’yu iki elini kavuşturmuş, hafiften de öne eğilmiş pozisyonda görünce şaşırır Başbakan...
Ve sorar:
“Hayrola Hüsrev Bey... Bu ne hâl?..”
- Hiç Sayın Başbakan...
- ?..
- Ben de biraz yalakalık yapayım dedim de!.
- Tövbe estağfirullah!..
•
Matrak adamdır Hüsrev Bey, mesajlarını “zeka ürünü” esprilerle verir.
Sayın Erdoğan’ın bu tavır karşısındaki mesajı da anlam yüklüdür.
Hüsrev Bey yalakalık yapmaz, Sayın Başbakan da yalakalıktan hoşlanmaz.
•
Bu sahneyle girdik yazıya...
O hattan ilerleyelim.
İçinde yaşadığınız toplumu, dostlarınızı, arkadaşlarınızı, komşularınızı, meslektaşlarınızı ve hatta kendinizi şöyle birkaç adım geriye çekilip izleyin.
Ben zaman zaman yapıyorum bunu.
Bilgi sahibi olmadan akıl verme hastalığına müptelâ “dostlar”dan birkaç günlüğüne de olsa uzaklaşıp “ruhumla sohbet” ediyorum.
Ve bu sohbet sayesinde bir ölçüde temizlediğim kalbimle dışarıya bakıyorum.
Ne tuhaf insanlarız biz...
Güçlüye râm...
Kılık kıyafete, oturup kalkmaya, elde dolaştırılan telefonun markasına, modeline ne büyük ihtimam!..
“Sahte imajlar” dünyasında yaşıyoruz...
Kahramanlarımız sahte, söylemlerimiz sahte, gülüşlerimiz, dualarımız, “Bay Bay”larımız, “Allah’a emanet ol”larımız...
Selâmlarımız, bağlılıklarımız sahte!..
Bugün göklere çıkarttığımız bir “lider”i yarın, rüzgârın yönü değiştiğinde yerin dibine itebiliriz.
Uğruna oğul kurban etmeye hazır olduğu Başbakan’ını gık çıkartmadan “ipe” gönderen insanların evlâtları, bugün de “kaba güç” hesabında.
Bugün de güce râm!..
Bilhassa aydın geçinenlerimizde...
Tam da Hitler’in “güç teorisi”nde izah ettiği gibi “bütün varlığını güce teslim etmeye” amâde bir ruh hâli.
Rüzgâr önündeki yaprak da diyebilirsiniz siz ona.
•
Ağzımızla ruhumuzun arası ne açık...
Çıkın sokağa...
“Televizyonlardaki magazin programları, yerli diziler hakkında ne düşünüyorsun?” diye sorun herhangi birine...
Cevap bellidir...
Her sorduğunuz, bu tür programların “zararlarını” sıralayacaktır...
Toplumu dejenere ediyor, çocukların gençlerin ahlâkını bozuyor, şu, bu...
Bunları ağız dolusu haykıran vatan evlâtlarının çoğu şüpheniz olmasın ki; eve gittiğinde bu türden bir programa takılıp kalacaktır!..
Kime sorarsanız sorun...
“Pikniğini yaptıktan sonra çöpünü ortalıkta bırakan insanlar” hakkında söylemediğini bırakmayacaktır...
Herkes bunu diyecektir de...
“Tertemiz” insanlardan müteşekkil bu toplumun piknik alanları “leş” gibi olacaktır!..
Her taraf böyle...
İçeride burnundan “kıl” aldırmayan üniformalımız, “dış yapım” filmlerin figüranlığını üstlenmekte sakınca görmeyecektir!..
Sabahtan akşama Barzani’ye söven “milliyetçi” işadamımız, “Barzani pastası”ndan en büyük payı almak için kırk takla atacaktır!..
Asla ve kat’a domuz yemeyen insanımız, “icabında” faiz almak veya vermek konusunda son derece rahat davranacaktır...
“Hassas insanımız”, “banka kredisiyle” ve tabii “düşük faiz oranları” ile ev sahibi olmakta pek de sakınca arz etmeyecektir!..
Bir oyun bu... Kimi yerde “lâiklik” oyunu, kimi yerde “İslâmcılık.”
“Solculuk” ya da “Milliyetçilik...”
•
Bizler... Dünyevîler için yaşayan insanlarız...
Bize neyin yakıştığına değil de, neyin yakıştırıldığına takarız çoğu zaman...
İstediğimizi değil, birilerinin istediğini yaparız.
Bu dünyada “çıkarı” İlâh edinmeli ve bu arada “öbür tarafı” da kaybetmemeliyizdir!..
Biz iyi niyetliyizdir; lâkin düzen böyledir, birtakım olumsuzluklara bulaşmaya mecburuzdur.
Makamlar sınırlı, ihtiraslar sınırsızdır... Kaynaklar ve ihtiyaçlar da öyle!..
Bu durum bizi “oyun”lara mecbur eder...
İşte böyle bir oyun... Sürer gider...
Lütfen, şöyle bir iki adım geri çekilip manzaraya bir bakın...
Eminim ki “Değmez” diyeceksiniz!..
“Ne kaldı ki şunun şurasında!..”