Dünden bugüne TRT -2-
Turgut Özakman, benim AP’de basın sözcülüğü yapmadığıma inanmıştı. Fakat o konuşmadan, bir başka büyük suçum ortaya çıkmıştı: Ona, CHP’li olmadığımı, AP kadrolarında çok yakın dostlarımın ağabeylerimin bulunduğunu söylemiştim. Bu hal, 1964 yılının TRT yetkililerini, çıldırtacak ölçüde büyük bir suçtu. Onun için, Özakman da, beni derhal uzun dalga yayınlarından çekerek Yurt Dışı Yayınlarına kaydırdı. Kısa dalga yayınları Türkiye’den rahatlıkla dinlenmiyordu. Kısa Dalga yayınlarında daire müdiremiz Nurten Görün isimli, çok samimi bir Marksistti.
Aynı odada oturduğum kişiler, her gün benim yanımda, yüksek sesle konuşuyorlardı:
-Yahu! Allahın insanı çarpacağını söyleyenler var. Allah insanı boynuzuyla mı, tekmesiyle mi, kuyruğuyla mı çarpar? Sonra hep beraber böğüre böğüre gülüyorlardı. Onlara dedim ki:
-Allah sizi öyle bir çarpmış ki haberiniz yok! Önce sizden terbiyeyi, ciddiyeti, aklı, mantığı, insafı, idraki... söküp almış. Allah sizi daha nasıl çarpsın?
Turgut Özakman’a gidip dedim ki: O iz’ansız, imansız, adamların odasından beni lütfen alın! Benim onlarla bir arada oturmam mümkün değil.
-Seni Ayhan Önşakar’ın yanına vereyim. Yalnız o da Yehova Şahididir. Efendi adamdır!
Yehova Şahidi Ayhan Önşakar gerçekten efendi adamdı. Aramızda, katiyyen bir çekişme olmadı. O ara öğrendim ki, Kısa Dalga yayınlarında yani yurt dışındaki işçilerimize ve soydaşlarımıza yönelik yayınlarda Din ve Ahlâk programlarını hazırlayan kişi, dinsiz ve Allahsız bir delikanlıdır. Bir gün, benim masama Lütfi Doğan geldi. Lütfi Doğan, Diyanet İşleri Başkanıydı, daha sonra CHP milletvekili seçildi ve Devlet Bakanı olarak hizmet verdi.
Kendisine dedim ki: Siz uzun dalga yayınlarında Din ve Ahlak programlarında konuşuyorsunuz. Bu hizmeti, Kısa Dalga yayınlarında yürüten kişi, dinsiz ve Allahsız biridir. Haberiniz olsun. Lütfi Doğan itiraz etti.
-Olamaz! dedi mümkün değildir!
-Müsaade ederseniz onu buraya çağırayım. Kendisini “Ben dinsiz ve Allahsız falan!” diye takdim ediyor. O kişiyi Lütfi Doğan’ın yanına çağırdım:
-Kendini Lütfi Beye tanıtır mısın? dedim.
-Ben dinsiz ve Allahsız falanım! dedi.
-Radyoda ne iş yapıyorsunuz?
-Kısa Dalga yayınlarında din ve ahlak programını hazırlıyorum!
Araya girerek: “Tamam” dedim. “Benim vazifem bitti. Artık siz konuşabilirsiniz!”
Ben de Kısa Dalga Yayınlarında Posta Kutusu programını hazırlıyordum. Bir gün Almanya’daki işçilerimizden bir mektup geldi. İşçimiz diyordu ki: “Burada, arkadaşlar arasında büyük bir münakaşa başladı. Bazı arkadaşlarımız diyorlar ki, bir zamanlar Rusya da, ABD’den külliyetli miktarda yardım aldı. Bu iddiaya şiddetle itiraz eden arkadaşlarımız da oldu. Bizi aydınlatır mısınız?
Oturup o işçi mektubuna uzun bir cevap yazdım. 1945 yılında Stalin’le Roosevelt’in Yalta’da buluştuklarını, Rusya’nın Amerika’dan, hem külliyetli miktarda para yardımı aldığını, hem de bir devleti yeniden kuracak kadar ayni yardım gördüklerini açıkladım. Metni okuyan daire başkanı beyninden vurulmuşa döndü:
-Sen bu açıklamalarınla Sovyet devrimini küçümsüyorsun. Bu program, devletimizin dış siyasetine de aykırıdır. Yayınlanamaz! dedi. Israr ettim. Program metnini Turgut Özakman’a havale etti. Özakman “Kaynak gösterilmek şartıyla yayınlanabilir” diyordu. Kaynak kitaplarını getirdim. Program kerhen yayınlandı. Ama o programdan sonra, Turgut Özakman ve Nurten Görün, bana hiçbir vazife vermediler. Sadece, yurt dışından gelen mektupların zarflarını açmakla beni vazifelendirdiler. Bu zulüm tam 2.5 yıl devam etti. Sonunda, ben de TRT’den istifa etmek zorunda kaldım. Bir zamanların TRT’si, işte öyle bir özerk kuruluştu. Bitti mi? Biter mi hiç?..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.