Bir millet uyanıyor
Son yıllarda "Take off" yapan bir ülkeyle ilgili geniş bir analiz okudum. Epey de not aldım. Birkaçını aktarayım:
Soğuk Savaş'ın sona ermesinden kısa bir süre sonra "Ekonomik çokkutupluluk" yanında "Stratejik tekkutupluluk" statüsünün pek de önemi kalmadığı ortaya çıktı. Ayrıca uluslararası kamuoyunun gündemini oluşturan ekonomi, çevre, sağlık, hatta güvenlik sorunlarının yönetiminde ABD'nin mukayese kabul etmeyen askeri üstünlüğünün de işe yaramadığı görüldü. Buna bir de BM Güvenlik Konseyi'nin, Bretton Woods Anlaşması ile oluşturulan kurumların (IMF, Dünya Bankası), G-7/8 gibi kümelenmelerin hem meşruiyet, hem de etkinlik açığı eklenince, yeni güçlerin doğmasına elverişli bir boşlukla karşılaşıldı.
Sözünü ettiğimiz ülke de işte o boşluğu doldurmak, yeni dönemin yeni güçleri arasında yer almak iddiasını taşıyor. Bunun için işe yakın stratejik çevresinde "Sıfır sorun" ve "Sıfır düşman" politikaları geliştirmekle başladı.
Çağımızda büyük güç kabul edilmenin olmazsa olmaz koşullarının başında "Enerji bağımsızlığı"nın geldiğini çok çabuk kavradı: Hızlı ve kapsamlı hidroelektrik santralları projeleri geliştirdi. Onlarca, yüzlerce. Ayrıca nükleer enerji santrallar inşası için de düğmeye bastı.
Aslında bu atağı başlatacak potansiyele yıllardır sahipti. Ne var ki, birbirini izleyen askeri müdahaleler, darbeler potansiyelini harekete geçirmesini engelliyordu. Sivil yönetime kalıcı olarak dönülmesiyle ve ardından "Daha çok demokrasi" ve "Daha kaliteli demokrasi" için reformlara başlanmasıyla ekonomik sıçramanın da ortamı yaratıldı.
Demokratik reformların kökleşmesinin bir vazgeçilmez koşulu da, yoksulluğun azaltılması, toplumsal eşitsizliğin törpülenmesiydi. Bunun için bir yandan sosyal yardım programları devreye sokuldu, bir yandan da en alt gelir grubuna yönelik özel politikalar uygulandı. Sonuç? Son 8 yılda hem yoksulluk sınırının altında yaşayanların koşullarında gözle görülür iyileşme oldu, hem de dargelirlilerin soluklanmaları sağlandı.
İktidar dış politikaya yeni boyutlar eklemek için birçok araç birden geliştirdi: Ülkenin lideri, kendinden önceki liderlerle karşılaştırılamayacak kadar çok dış gezi yaptı. Ayak basmadık kıta bırakmadı. Buna paralel olarak birçok yeni büyükelçilik açıldı.
Dış politikadaki en önemli değişiklik ise "Mantalite"de oldu: "ABD ne der" kaygısı veya kompleksi tümüyle aşıldı. Washington'un olası tepkilerine aldırmadan hem Doğu, hem de Güney ülkeleriyle sıkı ilişkiler kuruldu. Diplomaside "Katılım yoluyla özerklik"ten "Çeşitlendirme ile özerklik" anlayışına geçildi.
Bu dış politika "Pragmatizm" temelinde yükseliyordu. Bunun gereği olarak Ahmedinecad'ın İran'ına el uzatıldı, BM Güvenlik Konseyi'nde İran'a yaptırımlara karşı çıkıldı, Sudan'ın kınanması reddedildi.
Hiçbir ideolojik yaklaşımdan etkilenmeyen, "Soft gerçekçilik" çizgisinde yürüyen, "Business is business" anlayışının ağır bastığı bu dış politika sonucu ülke hem çok dost kazandı, hem de çok mu çok çıkar sağlamış oldu...
Sanki son 8 yılın Türkiye'si anlatılıyor... Ama değil. Sözünü ettiğimiz ülke Brezilya. Görevini bu yılın sonunda halefi komşu kızı (Bulgar göçmeni bir ailenin çocuğu) Dilma Rousseff'e devredecek olan Devlet Başkanı Lula da Silva'nın Brezilya'sı...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.