İnsan Zalim Cahil ve Aceleci
Yüce Yaratıcımız her an bizimledir. Bize bizden, canımızdan, ruhumuzdan, şah damarımızdan daha yakındır. Her şeyi bilir ve işitir. Şöyle buyurur:
“Kullarım Beni sana soracak olursa, muhakkak ki Ben (onlara) pek yakınım. Bana dua ettiği zaman dua edenin duasına cevap veririm. Öyleyse, onlar da Benim çağrıma cevap versinler ve bana iman etsinler. Umulur ki irşad (doğru yolu bulmuş) olurlar. (Bakara, 2/186)
Peki ama biz ona ne kadar yakınız? Her an makamda olduğumuzun, huzurda durduğumuzun ne kadar bilincindeyiz?
Şöyle bir manzara ile hayatta muhakkak karşılaşmışsınızdır: size doğru gelen babanıza, hocanıza veya patronunuza arkanız dönüktür, ha bire onun arkasından konuşuyor, atıp tutuyorsunuz. Arkadaşlarınız vaziyeti görüyor ama size bir şey söyleyemiyorlar. Biraz sonra ensenizden yakalayacak ve hesap soracak…
Rabbimizle durumumuz hep böyle olmasın?
Her ne kadar biz O’nu göremesek de, hiç şüphesiz o her an bizi görüyor ve duyuyor.
Madem her dem makamdayız, her an huzurdayız, her an bizi görüyor ve işitiyor, hal böyle olunca her işimize, her sözümüze ve bu arada bütün dualarımıza dikkat etmeli değil miyiz?
Ama maalesef işte böyle bir alim ve cahil tarafımız var bizim. Bu yönümüzü de nazara veriyor Rabim ve bizi eğitmek istiyor:
“İnsan hayra dua ettiği gibi, şerre de dua etmektedir. İnsan, pek acelecidir.(İsra ,17/11)
Evet, insan hayra dua eder gibi, şerre de dua eder veya şerri davet eder. Sanki o büyük mükafata dua ediyormuş gibi, o acıklı azaba dua eder.
Bunun sebebi de şudur: İnsan pek acelecidir. Sonra olacak şeyin vaktinden önce hemen olmasını ister. Sabır ve tahammül zoruna gider. Kur’an-ı Kerim’de de görüyoruz ki kafirler iman ile yararlı işler yapmayı öne alarak Allah Teâlâ’dan büyük mükafatı isteyecek yerde, acelesinden azap ister, “eğer sen hak peygambersen, hadi getir bize o tehdit ettiğin azabı” diyerek, haklarında hazırlanmış olan çok acı azaba dua ederler. Onun bir an önce hemen yerine getirilmesini bir iyilik ister gibi ister ve bu şekilde kendisine kötülüğü davet etmiş olur.
Bundan dolayı müminler, kötülüğe dua etmemeli, sabır ve ihtiyat ile hayra dua etmeli ve yararlı işleri yapmaya teşebbüs ile hayra davet etmelidir.
Bu bizim hamal ve benzeri adamlar, kafir değil ama bir başka cahil ve gafildirler. İşin başlangıç ve sonunu bilmezler, canları sıkıldığında, öfkelendiklerinde, iyiliğine dua eder gibi kendi kötülüklerine, hatta ana baba, eşler ve çocuklar gibi ciğerparelerine beddu ederler. Aslında iş ciddiye binse tıpkı bu hamal gibi onlar da dualarının kabulünü hiç istemezler.
Bereket ki Allah Teâlâ büyük bir af, lütuf ve hoşgörü ile bunların bedduasını hemen kabul etmez de perişan eylemez. Nitekim şöyle buyurur:
“Eğer Allah insanların faydalarına olan şeyleri çabucak elde etmek istemeleri gibi, müstehak oldukları şerri de çarçabuk verseydi derhal sonları gelir, helak edilirlerdi. ” [Yunus, 11]
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v)in şu hadisi de tezcanlıları uyarmaktaır: “Kendinizin ve mallarınızın aleyhine beddua etmeyiniz. Zira Allah Teâlâ’nın duaları kabul ettiği saate denk gelir de beddualarınız kabul edilebilir.”
Bırakın insanın kendisi, ailesi ve sevdiklerine beddua etmesi, yabancılara bile bedduası hoş değildir. Zira Resulüllah (sav) Efendimiz: “Her bedduadan, edene de bir pay ayırılır” demiştir.
Evet, sabırlı, basiretli, ısrarlı, ciddi ve dikkatli olarak, ihlas ve samimiyetle, ta yürekten gelen hayırlı ve kibar dualar etmeliyiz. Yoksa durumumuz hamalınkine benzer de bizi mahcup eder.
Allah korusun.