Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Canlı Bomba’nın kanlı bağlantıları neler olabilir?

Canlı Bomba’nın kanlı bağlantıları neler olabilir?

Oktay Ekşi’nin “haddini aşan küfürleri”ydi, “CHP’deki iç savaştı”tı derken, “Taksim’deki kanlı saldırı”ya değinme fırsatı bulamadık...
Evet, Taksim’de “kanlı bir saldırı” gerçekleşti ve 32 insan yaralandı.
“Taksim’deki saldırı” sonrasında Başbakan Tayyip Erdoğan’ın yaptığı konuşmaların satır aralarında geçen ifadeler hiç dikkatinizi çekti mi?..
Erdoğan; bu saldırıyı bir “terör örgütü”nün gerçekleştirdiğini elbette biliyordu... Örgüt, elbette bir “maşa” idi... Peki, “maşayı tutan” el, kimin eliydi... Örgüt, bir “kukla” idi, peki “kuklacı” kim?..
Erdoğan, “Türkiye’nin gönderdiği belgelere” rağmen, bazı “Avrupa ülkeleri”nin, teröre hâlâ “doğrudan” veya “dolaylı” destek verdiğini belirterek, şu “uyarı”yı yapıyordu:
“Yarın terör meselesi ortadan kalktığında belki yaşanan acıları unutabiliriz... Ama, yalnız bırakılmışlığı unutmayız ve affetmeyiz!”
BAŞKA BAĞLANTILAR
Erdoğan, daha sonraki açıklamalarında ise şunları söylüyordu:
“Her ne kadar geçmiş itibarıyla Hakurk kampında bulunmuş olması gündeme getirilse de, acaba bunun bağlantıları nedir, ne değildir?.. Belki de, canlı bombayla ilgili çok daha farklı bağlantılar ortaya çıkacaktır.”
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın bu sözleri, son derece önemli...
Düşünebiliyor musunuz;
“Taksim saldırısı”nı gerçekleştiren “canlı bomba”nın Van’ın Gürpınar ilçesi nüfusuna kayıtlı Vedat Acar olduğunu... Teröristin Habur’da eğitildiğini... Kod adının “Derveş Şino” olduğunu... “Behçet Hastalığı” sebebiyle Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde tedavi edildiğini... “Canlı bomba” olmayı özellikle istediğini... Bütün bunları ve hatta daha fazlasını bilen bir Başbakan diyor ki;
“Canlı bombayla ilgili çok daha farklı bağlantılar ortaya çıkabilir.”
Acaba, Başbakan’ın işaret ettiği “bağlantılar” ne olabilir... Bunlar “iç bağlantılar” mıdır, yoksa “dış bağlantılar” mı?..
“Kişiler” midir, yoksa “ülkeler” veya “uluslararası kuruluşlar” mı?..
Aslında çok merak ediyorum;
“CHP’yi karıştıran odaklar”, aynı zamanda “PKK içindeki rekabeti” de kullanıyor olabilirler mi?..
CHP; nasıl ki “Kılıçdaroğlu ve Sav arasında” kalmış ise, “Kandil” de, Ömer Laçiner’in dediği gibi; “Öcalan ile şahinler arasında” kalmış olabilir mi?..
Öyle ya;
İlk günlerde, PKK’dan yapılan açıklamalarda, “saldırı ile ilgimiz yok” deniliyordu...
PKK’nın, aynı gün, “eylemsizlik” kararını “2011 seçimlerine kadar” uzattıklarını açıklamaları, hemen ardından Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir’in; “21. yüzyılda silahın rolü tamamlanmıştır... Bütün sorunların çözümü diyalogdan geçer” şeklindeki sözleri, ister istemez “şüphe”ye düşürüyordu insanı;
“O halde kimin işi?”
“Ergenekon’un kontrolündeki DHKP-C”nin işi mi, “dış odaklar”ın işi mi?..
Bunu “destekleyen” bilgiler vardı...
Vedat Acar adlı teröristin üzerinde “Avusturya menşeli SCH Fünye-A4 plastik patlayıcı” vardı...
Avusturya menşeli bu “patlayıcı” ve “fünye”yi daha önce Devrimci Karargâh, DHKP-C ve PKK’nın kullandığı hatırlanırsa, “teröre dış destek” kendiliğinden ortaya çıkardı...
Ancak, doğrudan Avusturya’yı suçlamak için, elde başka kanıtlar da olması gerekirdi...
Öyle ya;
“Başka ülkeler” de olabilir!..
Bizler bunlara kafayı yorarken, “PKK’nın bir kanadı” olduğu söylenen TAK diye bir örgüt çıktı ortaya... Evet, Kürdistan Özgürlük Şahinleri adlı örgüt...
Dediler ki;
“Eylemi biz gerçekleştirdik!”
Mi acaba?..
ABD NEREDEN BİLİYORDU?
Eğer öyleyse; TAK ile ABD arasında bir bağlantı mı var ki; gazeteler, “ABD saldırıyı biliyordu” şeklinde başlıklar attılar...
Bunun üzerine, bizim Ersoy Dede, şunları yazmıştı:
“The Best Halloween Party Ever II” ...
Taksim Rumeli Han’daki partinin tam ismi bu... Giriş 20 TL, ilk içki bedava...
Parti için her şey tamamdı... Rezervasyonlar yapılmış, içki stokları artırılmış artık müşteriler bekleniyordu..
Tam o sırada gelen bir telefon, gündemi değiştirdi...
Arayan, Cadılar Bayramı etkinliğine, bir turist kafilesi getirmek üzere mekan sahibi ile anlaşmış olan organizatördü...
Amerikalı turistlerden bazılarının Taksim’e gelmek istemediğini söylüyordu. Bu nedenle, hatırı sayılır miktarda rezervasyonu iptal etmeye çalışıyordu...
Fakat mekan sahibi merak etti: “Peki ama neden? Neden iptal ediyorlar rezervasyonlarını?”
Cevabı çok açıktı;
“Amerikan elçiliği, Taksim’de patlama olacağı yönünde istihbarat aldıklarını söylemiş ve vatandaşlarını Taksim’e gitmemeleri konusunda uyarmıştı...”
Hakikaten de o gecenin sabahında, partinin dağılma saatinden birkaç saat sonra, Taksim Meydanı kana bulanmıştı... Peki ama nasıl oluyor da, Amerikalılar bunu bizden önce biliyorlar?
Ersoy Dede’nin dikkat çektiği gibi, “iki ihtimal” olabilirdi:
1) Gelen istihbaratı doğru yorumluyor ve anlayarak uyguluyorlar...
Bu açıklamanın iki alt açıklaması daha var...
a) Bu istihbaratı bizimle paylaşmıyorlar....
b) Bizimle paylaşıyorlar ancak biz uyumaya devam ediyoruz...
2) Bu işin içindeler...
Bu “ihtimal”leri düşünmek bile insanın tüylerini ürpertiyor!..
HUDSON’DAKİ SENARYO
Bombanın “Taksim’de” patlatılmış olması, bana Hudson Enstitüsü’ndeki “dehşet senaryosu”nu hatırlattı.
Malûm;
13 Haziran 2007’de “Genelkurmay mensupları”nın da katılıp tartıştıkları o “dehşet senaryosu”nda;
“Taksim’de bombalar patlayacak, Anayasa Mahkemesi Başkanı Tülay Tuğcu ve 50 kişi ölecek”ti!..
Ve Türkiye, “50 bin askerle K. Irak’a girecek”ti!..
Aradan 3 yıl geçti!..
Bombalar, galiba “geç” patladı!..
Çünkü, “senaryo”ya göre bombalar patlayınca, “Türkiye Kuzey Irak’a girecek”ti!..
Oysa, şimdi;
ABD’nin kendisi Irak’tan çekildi!..
O halde, niye patladı o bomba?..
Acaba, Türkiye, “Füze Kalkanı Projesi’ne direndiği” veya “Çin’le ilişkilerini geliştirdiği” için olabilir mi?..
DOĞAN GÜREŞ ANLATIYOR
Gazetelerin, “ABD saldırıyı biliyordu” şeklindeki başlıkları da biraz “hafif” geldi bana!..
“Biliyordu” değil, belki de “yaptırdı” denilseydi, çok daha doğru olurdu!..
Çünkü, ABD’nin “geçmişte yaptıkları”, bugün veya yarın “yapacaklarının” teminatıdır!..
Kaldı ki;
ABD’nin “yemediği haltlar” değil bunlar!.. Benzerlerini geçmişte de yapmıştı ve biz o günlerde, “Terörü ABD besliyor” diye hançeremizi yırtarcasına bağırmıştık da, hiç oralı olmamışlardı!..
Hatta;
“TSK’nın itibarını zayıflatmaya çalışmakla” bile suçlanmıştık!..
Gelin görün ki; o günkü “iddia”larımızın “gerçek” olduğu sonradan çıkmıştı ortaya...
O günlerde “devlet sırrı” olarak saklanan gerçekler, artık “televizyon ekranları”ndan ilân edilir olmuştu.
Hem de;
Dönemin Genelkurmay Başkanı Org. Doğan Güreş tarafından!..
2002 yılının Temmuz ayında;
TV 8’de yayınlanan Emin Pazarcı ile Bakış programına katılan DYP Kilis Milletvekili Doğan Güreş, Körfez Savaşı ve PKK ile mücadelenin bilinmeyen sırlarını açıklıyordu... Göreve geldiği dönemde Amerika’nın Kuzey Irak’ta bir Kürt devleti kurmak istediğini sezdiğini anlatan Güreş, şunları söylüyordu:
“Bana bir rapor geldi. Cudi Dağı’nın tepesine bir helikopter inmiş, büyük miktarda bir şeyler indirip gitmiş. Hemen ateş emrini verdim. ‘Stingerlerle helikopteri vurun’ dedim. Kime ait olduğunu teşhis edemedik. Ama Amerikalılar da vardı.
Diyarbakır’a 6 tane getirmişlerdi. Hemen havaalanına baskın yaptırdım. ‘Sıcaklık var mı?’ diye motorlarına baktırdım. Sonra kendi kendime; ‘Bunlar başka yere de helikopter saklıyor olabilirler’ dedim.”
Bu da gösteriyor ki; o günlerde “devlet sırrı” denilerek “halktan gizlenen” gerçekler, bir gün geliyor, açığa çıkıyor!..
Umuyorum ki;
“Taksim Saldırısı”nın arkasındaki “gerçek”ler de, bir gün ortaya çıkacaktır.
Öyle olmasa; Başbakan Tayyip Erdoğan “başka bağlantılar”dan söz etmezdi...
Demek ki, “bir bit yeniği” var!..
=================
Şevki Yılmaz’ın günahı neydi?
Aradan bir haftayı aşkın süre geçtiği halde, hâlâ “Çankaya’daki 29 Ekim Resepsiyonu” hakkında kalem oynatanlar var... Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün, aynı zamanda “Başkomutan” sıfatı taşıması ve dolayısıyla “komutanlara daveti”nin bir “emir” telâkki edilmesi gerektiği, ama komutanların “emre itaatsizlik” yaptıkları söylendi ya; “embedded” gazeteciler diyorlar ki; “Resepsiyon daveti; mutlaka uyulması gereken bir tören değil, alelade bir toplantıdır... Burada emre itaatsizlik yoktur!”
Farzedelim ki öyledir... Ama o zaman sormak gerekmez mi; “Şevki Yılmaz hakkında niye linç kampanyaları açtınız?”
Malûm, Şevki Yılmaz; Rize Belediye Başkanlığı döneminde “rahatsızlığını” ifade ederek, üstelik de rahatsızlığını “doktor raporu” ile belgeleyerek, “Cumhuriyet kutlamaları”na katılamayacağını bildirmişti.
“Kartel medyası”nın açtığı linç kampanyasını bırakın, “yargı” da yapışmıştı yakasına!.. Hakkında dâvâ açılmış, yıllarca sürmüştü. Dahası, “raporu veren doktor” tutuklanmış, aylarca hapis yatmıştı, iyi mi?!?
“Cumhuriyet kutlamaları alelade bir toplantı” ise, Şevki Yılmaz’ın günahı neydi?!?

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi