Cehalet Değil Cihat 1
Sayın Cumhurbaşkanı Abdullah Gül beyi ve değerli eşlerini çok severim. Kendileriyle yüz yüze bir kere görüşmüşlüğüm vardır o kadar. Bu sevgi kişisel veya dünyevi değil, tamamen Allah için olan bir sevgidir.
90’lı yıllardaydı. Kahramanmaraş İmam Hatip Lisesinden bir gurup öğretmen arkadaş bir seminer münasebetiyle İstanbul’daydık. Bir gün Çamlıca’dan İstanbul’u seyretmek istemiştik sıcak çaylarımızı yudumlayarak. Şairin dediği gibi gözlerimiz kapalı değildi.
Güzel bir yerde bir masayı doldurmuştuk. Derken içimizden birisi “bakın, Abdullah Gül bey geliyor” dedi. İşaret ettiği yere baktık, gerçekten kendisi ve yanında muhtereme eşi bizden tarafa doğru geliyorlar. Hemen kendi aramızda konuşup anlaşıverdik. Zamanı uygunsa kendisiyle bir çay içmek ve sohbet etmek istiyorduk.
Yanımızdan geçerken her zamanki tebessümüyle bizi selamladı. Biz de ayağa kalkarak kendimizi tanıttık ve teklifimizi yaptık. Memnun oldular. Meğer Çamlıca’yı çalıştıranlar da yanında imiş. Hanımefendiyi alarak başka bir yerde ağırladılar. Bizi de alarak boğaza meyilli ve onu daha iyi gören yamacın biraz altında çok güzel bir yere götürdüler.
Şimdi neydi tam hatırlayamıyorum, ama o zaman bir sıkıntısı vardı Abdullah Gül beyin. Sanırım partisinin kapatılmasından dolayı yasaklı idi. Her neyse, çaylarımızı içerken ülke ve dünya üstüne çok sıcak bir sohbet başladı. Sonunda o da bizim gibi memnun olarak kalkmıştı masadan.
Sonra onun hayatını okuduk, inişli çıkışlı maceralarını takip ettik. Başbakanlığını ve cumhurbaşkanlığını gördük. Allah’a şükrettik. Umarım ikinci kez seçilir ve layık olduğu bu makamda bu millete daha çok hizmetler eder.
Eşi Hayrünnisa Hanımı da Allah için severiz. Bu makamlarda olmasına rağmen, başörtülü ve tesettürlü hali ile onurlu duruşu için iftihar ederiz. Kendilerine ve ailelerine sağlık ve mutluluklar dileriz.
Bunları niçin yazıyorum?
“Düğün değil bayram değil, bunları niye anlatıyorsunuz” dediğinizi duyar gibiyim. Doğrusu bunu Hayrünnisa Hanımefendiye sormak lazım. Esas onun “düğün değil bayram değil, dedirtecek “ilkokul çocuklarının başörtüsü” ile ilgili söylediklerinden ötürü bunları yazıma giriş yapmak istiyorum.
Çünkü bu çifti asla üzmek ve incitmek istemiyorum. Keşfe bunları yazmak zorunda kalmasaydım diyorum içimden.
Aslında Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün İngiltere’ye giderken, “tıpkı özel televizyonlarda olduğu gibi başörtüsü yasağının da yasal düzenlemelerden evvel fiilen ortadan kalkması gerçeğini” ifade etmesini “güzel bir tesbit” diye karşılamış ve benimsemiştim. Keşke hep bu kadarla kalsaydı, ne güzel olurdu!
Sonraları Hayrünnisa hanımefendi Londra’da bir konuşma yaptı. Sözlerinin bir yerinde şöyle söylüyordu : “Bu konuda yaşanan bir cehalet varsa biz bunu da ortadan kaldıracağız. İlkokul öğrencisinin kendi isteği ile başörtüsü takması gibi bir şey söz konusu olamaz. Bu konuda karar verecek yaşa geldiğinde kararını verir.”
Olmadı Hayrünnisa Hanımefendi! Bu sözler hem şık değil, hem doğru da değil. Hele şu “cehalet” sözü hiç yenilir yutulur şey değil. Benim bir baba olarak yavruma dinini öğretmem ve onu haramlardan korumaya çalışmam, nasıl bir cehalet olabilir Allah aşkına?
Hemen söyleyelim, bir müslümana göre haram, kaçınılması gereken bir kötülüktür. İslam’a göre alkol ve kumar neyse, uyuşturucu ve sigara neyse, zina ve fuhuş neyse, buna götüren açıklık saçıklık, yani tesettürsüzlük de odur.
Şimdi bir ana babanın mesela ilkokul yaşındaki yavrusunu sigaradan, içkiden, kumardan, uyuşturucudan korumaya çalışması “cehalet” midir?
Değilse ve tesettürsüzlüğün haram oluşu dini bir gerçekse, bunun için tedbir alma, öğretme ve eğitme, doğru ve güzel alıştırma çabaları neden “cehalet” olsun?
Bunu tesettürü anlamayan başkaları yapsa hadi neyse, siz bunu nasıl söylersiniz çok sevgili ve çok kıymetli din kardeşim?
Biz sizi ödül aldığınız bu mutlu günlerinizde üzmek istemezdik, fakat bu sözleri büyük üzüntüyle karşılardık. Keşke bu sözler hiç söylenmemiş olsaydı. Bize göre hanımefendiye bu sözler hiç yakışmadı. Bizce bu sözler bu konuda bir cehaleti mi gösteriyor, yoksa bir dikkatsizliği mi anlamadık…
Ama biz yine de buna dair bir yazı yazmak istemezdik. Medya bizi bu konunun üstüne fazlasıyla düşerek tahrik ediyordu. Biz de “bunun üstüne yapılan konuşmalar, gerçeğin meydana çıkması ve cehaletin giderilmesi için faydalıdır” diyerek yine de susuyorduk.
Fakat bu konuşmalara Sayın Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de katılarak hanımefendiye destek verince, biz de artık yazmanın şart olduğuna karar vererek, “olmaz öyle şey” demek zorunda kaldık.
Evet, biz bu düşüncelere çok yanlış buluyoruz. Keşke bu yanlış iki sevdiğimiz insandan gelmeseydi. Hem de tam bu sıralarda.
Neden yanlış bulduğumuzu kısaca yazdık. Bunun daha başka açıklamaları da var. Fakat yazımız çok uzayacak.
Bunları gelecek yazıya bırakalım mı?