Yarım saatte nasıl katil olursunuz?
Bu ülkede yıllardan beri içi kupkuru bir "Gençlik" edebiyatı yapılır ve bu edebiyat efsâne derecesinde köpürtülür; ilerde ülkeyi yönetecekleri için gençlerin daha 19-20 yaşlarında her şeyi bilebilecekleri, öngörebilecekleri, anlayabilecekleri farz edilir; o derece ki, konuyla ilgili vecizeleri sıralasak destan olur.
Gençlerin kabahati yoktur bu boş ve faydasız köpükleme ameliyesinde; asıl sorumlu, gençlik edebiyatı üzerinden gençleri sermaye edinip iş çeviren yaşlılardır.
Bu konuyu öğrencilere daha iyi anlatabilmek için hep şu örneği verirdim onlara: "Uygun şartlar altında içinizden % 90'ınızı yarım saatte bir cinayet işlemeye veya ölmeye hazır hale getirebilirim". Teknik bir meseledir bu; uygun tekniği uygulayan herkes gençleri istediği yönde harekete iknâ edebilir.
Nerden biliyorsun diyeceksiniz; "Yaşadım da ondan" derim kısaca.
1970'le 80 arasında beş bin genç böyle öldürüldü. "Deli" kanlılardı; cenaze törenlerinde "Senin kanın mücadelemize yol gösterecek" nutukları atıldı. Bir şeyler fark etmesinler diye gruptan ayrılmalarına, sağa-sola kulak kabartmalarına, "Zararlı" şeyler okumalarına hoş gözle bakılmazdı. Örgüt disiplini vardı, hiyerarşi vardı, ideolojik doktrin vardı. Ana-baba hakkı, komşu hukuku, eski arkadaş yârenliği yoktu; hattâ aşk bile yoktu yahu! Kızların yarısı "Bacı" kalan yarısı düşmandı. Başka türlü düşünen herkes % 90 ihtimâl hain, % 10 ottu. Dışlayarak algılamaya alıştırılmıştık biz nesil olarak...
Kampımızın hudutları dışında mazlumduk; aynı hudutlar içinde zâlim.
Gençlerin çoğunda bu satırlar, çenesi düşük ve yılgın bir yaşlının, çalmaktan usanmadığı cızırtılı bir plak terânesi hissi uyandıracaktır. Bize de böyle nasihatler edenler olurdu ara-sıra; öyle derdik. "Sen bilinçlenmemişsin, meselenin farkında bile değilsin; anlayamazsın bile; kes sesini!".
Sonradan anladık ki doğruyu onlar söylüyorlar ve bizim dünyadan haberimiz bile yok.
Ve şunu lütfen kabul edin gençler, siz henüz bir şey bilebilecek durumda değilsiniz; ilerde inşallah, ama şimdi değil... Lütfen size "Vuralım, öcünü alalım, atalım, yaşatmayalım" telkininde bulunanlara dikkat ediniz; onlar hayatını mahvetmek istiyorlar; aman bin kerre daha düşünün...
Kütahya'daki öğrenci cinâyeti hakkında söylenmesi gereken her şeyi, dün bu sütunlarda Mümtaz'er Türköne yazmış zaten; onun da vurguladığı bir konuyu yeniden hatırlatmak, altını çizmek istiyorum. İdeolojik mücadele verdiğini savunan bir genç topluluğuna karşı yine aynı düzlemde fikri mücadele vermenin lüzumuna inanmıyorum. Gençler arasındaki çatışmalar, içlerinden biri kollanarak yatıştırılmaz; çare, doğrudan polisiye tedbirdir; adliyenin, savcının, kanunun, hâkimin yoludur. Fikir hürriyetine evet, başkalarına zarar verecek eylemlere hayır.
Bir süreden beri, bazı yayın organlarının haber bültenlerinde ufak-tefek öğrenci gerilimlerinin inceden inceden taraf tutularak sergilendiğine şahit oluyorum. Bir kısmını saldırgan ve haksız, ötekini mâsum ve barışçı iken saldırıya uğrayan taraf olarak sunuyorlar; halbuki bunlar netice itibariyle gençtir ve yaptıkları aşırılıklar kesinlikle hoşgörülmemelidir. Basının, kavgaya topyekûn karşı çıkması, benzer tavırla dışlaması gerek.
Çok şükür ki artık "Üniversiteye polis giremez" gibi hamakat seviyesinde kalmış yaklaşımları geride bıraktık. Bir üniversitede şiddet olayı yaşanıyorsa, üniversite yöneticileri ve kampüsün güvenliğinden görevli emniyet güçleri -her kimler ise fark etmez- saldırganları etkisiz hale getirip hesabını sormaktadır. Bu iki merci görevini yaparsa, kimse çıngar çıkarmaya cesaret edemez. İçişleri Bakanlığı ve hükümet, bugünün küçük gibi görünen olaylarını önemsemeli ve üzerine gitmelidir.
Bize düşen ise "Gençtir, ne yapsa yeridir" edebiyatıyla gençleri, en elverişsiz çağlarında dolduruşa getirmemektir.