Cehalet Değil Cihat 2
Hayrünnisa hanımefendinin Londra’da bir konuşmada söylediği “Bu konuda yaşanan bir cehalet varsa biz bunu da ortadan kaldıracağız. İlkokul öğrencisinin kendi isteği ile başörtüsü takması gibi bir şey söz konusu olamaz. Bu konuda karar verecek yaşa geldiğinde kararını verir.” sözleri üstüne yazımıza devam ediyoruz.
Bir kere şu kesin ki, çocuklar devletten evvel ana babalarına aittir. Bizim de altına imza attığımız “Dünya çocuk hakları bildirgesi” bu gerçeği çok açık bir şekilde ifade eder. Çocuklarına hangi dini, hangi inancı, hangi değer yargılarını seçip öğretme işi ana babalara ait bir haktır.
Devlet bu konuda vatandaşlarının taleplerini yerine getirmek zorundadır. Devletin buna müdahalesi suçtur. Kendisi bu işe asla karışamaz. Onlara bir inancı da asla dayatamaz. Esas laiklik budur zaten. Gerçek laiklik, devletin inançlar karşısında tarafsız olması ve karışmamasıdır.
İslam söz konusu olduğu zaman Rahatlıkla şunu söyleyebiliriz; küçük yaştan itibaren çocuklarına dinlerini öğretmek, namaz başta olmak üzere Allah’ın bütün emir ve yasaklarını onlara belletmek ve ileride rahatça yaşayabilmeleri için çok küçük yaşlarda onları bu dinin istekleri doğrultusunda yetiştirmek, her anne ve babanın üstüne düşen bir görevdir.
Bir babanın evlatlarına verebileceği en güzel miras işte budur: Onlara akıl baliğ olmadan önce dinlerini öğretmek ve seve seve yaşayabilecekleri bir alışkanlık haline getirmelerini sağlamak.
Her akıllı Müslüman buluğ çağına erdiğinde dini vazifelerle sorumlu olmaya başlar. Yani mükellef olur.
Bu ne demektir?
Bu, “bir Müslüman’ın mükellef, yani din açısından sorumlu olur olmaz yapması gereken vecibeleri, yani dinin gerekliliklerini, daha mükellef olmadan önce öğrenmesi gerektir” demektir. Elbette öğrenme uygulamadan önce olmalıdır.
Mesela namazı ele alalım. Diyelim ki çocuk bu gün buluğa erdi. Bu çocuğun hemen namaz kılmaya başlaması lazımdır. Ama bu çocuk önceden namaz kılmayı öğrenmemişse, şimdi namazı öğreneyim de kılayım diyene kadar, namaz vakti geçecektir. Bu da onu büyük bir günaha sokacaktır.
Ama namaz kılmayı, namaz kılmak kendisine farz olmadan önce öğrenseydi, şimdi namazını rahatlıkla kılardı. Yani bu konuda hiçbir sorun yaşamazdı.
İşte bu yüzden Sevgili Peygamberimiz ana babalara, çocukları yedi yaşına geldiği zaman namazı kılmaya teşvik etmelerini tavsiye eder. On yaşına geldiği halde namaz kılmayan çocukları disiplin altına almayı ve bir şekilde namaz kılmalarını sağlamayı emreder.
İslam’ın emirleri İslam’ı yaşayan bir toplumda hiç zorlanmadan yerine getirilebilir. Bu “ağaç yaşken eğilir” misali, küçük çocuklar İslam toplumunda çevrelerindeki insanları hep İslami davranışlar içerisinde gördükleri için, kendileri de rahatlıkla bu davranışları alışkanlık haline getirebilirler. Bu açıdan hiçbir zorluk çekmezler.
Ama İslam’ın tam olarak yaşanmadığı bir çevrede, çocukların dinin emirlerini yaşaması gerçekten büyük bir sorundur. Özellikle çağımızda Yüce Allah’ın tesettür emri “gericilik” ve “yobazlık” olarak anlaşılıyorsa, okullarda ve devlet dairelerinde yasaklanıyorsa, üstelik İslam’a göre açıklık sayılan, dolayısıyla ayıp ve günah olan giyinmeler teşvik görüyorsa, çocuklarımızı özellikle bu konuda çok erken yaşlarda tesettüre inandırmak ve alıştırmak, biz Müslümanlar için, hayati derecede önemlidir. Bu “cehalet” değil, “cihat”tır.
Müslümanlar, kendini eşlerini ver çocuklarını cenabı Allaha itaat eder olarak gördüğü zaman gözleri aydın olur. Yine şuurlu bir Müslüman için en acı veren olay, kendi çocuklarının dinden imandan uzak görmeleridir. Allah başlara veremesin, öldükten sonra çocuklarının cehenneme gideceğini gören bir ana babanın yüzü nasıl güler?
Öyleyse bizler çocuklarımıza dinini öğretmek isteriz. Henüz üstüne vazife olmasa bile, çocuk yaşlarında bile dinin emirlerini alışkanlık haline getirerek yaşamalarını isteriz. Bu bizim en tabii hakkımızdır.
Bunun karşısında şöyle saçma bir söylem var: “ bırakın çocukları, 18 yaşına geldiklerinde neye inanacaklarına ve nasıl davranacaklarına kendileri karar versinler.”
Siz bu sözü inanarak mı söylüyorsunuz?
Sahi bu söylemenizde gerçekten samimi misiniz?
Bunu ölçmek çok kolaydır.
Lafı hiç dolaştırmayalım. Eğer siz bu sözünüzde samimiyseniz, bırakan küçük yaştaki çocuklarımıza “Kemalizm”i öğretmeyi. Onlar büyüyüp 18 yaşına gelince Kemalist olup olmamaya kendileri karar versinler.
Evet, okullarda hiçbir şey öğretmeyelim, 18 yaşına gelince Müslüman mı olacaklar, Kemalist mi olacaklar, materyalist mi olacaklar, ateist mi olacaklar, bırakalım kendileri karar versinler, ne dersiniz?
“Olmaz böyle şey” dediğinizi duyar gibiyim.
Çünkü ilkokul birden başlayarak, üniversite son sınıfa kadar bütün öğrencilere mecburi olarak devletin inancı, ilkeleri ve ideolojisi olan Kemalizm’i okutuyorsunuz. Bundan asla vazgeçmiyorsunuz. Bunun teklif edilmesini bile yasaklıyorsunuz.
Öyleyse kimse bizden kendi inancımızı ve buna göre yaşama biçimimizi çocuklarımıza küçük yaşta telkin edip öğretmemizi, bu işi çocuklarımız 18 yaşlarına varıncaya kadar ertelememizi istemesin.
Bu ne demek?
“Siz hiçbir zaman hiçbir şey öğretmeyiniz” demektir.
“Nasıl olur?” demeyiniz. Küçükken zaten öğretmeyeceksiniz. 18 yaşına gelince de onun tercihine saygı duyup, yine öğretmeyeceksiniz.
Olmaz öyle şey. Rabbim bana değil evladımı, nerde bir insan topluluğu varsa oralara kadar gidip dinimizi öğretmemizi emir buyurmuştur. Ben bütün dünyaya öğreteceğim, ama evimdekilere öğretmeyeceğim. Bunu mu teklif ediyorsunuz?
Hem sonra kendiniz için istemediğinizi bizim için istemeniz ilkesizlik olmuyor mu?
Bu ilkesizliğe iki sevdiğimiz insanın alet olması bizi fevkalade üzmüştür.
Herkes taş atarak başını yararken sessiz kalan Hallac-ı Mansur, İmam Şiblî’nin bir gül atmasına “ahhh” etmişti…