Angus milliyetçiliği ve korkaklığın gönüllü paylaşımı
Et Balık Kurumu’nun memleketteki hayvan kıtlığı yüzünden getirdiği “Angus” cinsi sığırların kurban edilip edilmeyeceği tartışması medyamızın çok da bayıldığı bir tarz ve tonda sürdürülürken, kendisiyle röportaj yapılan bazı vatandaşların “Ben bu güne kadar Anadolu hayvanı kestim, bu günden sonra da bundan vazgeçmem” şeklindeki sözleri bazılarında “Angus aleyhtarlığı” üzerinden milliyetçi bir rahatlama meydana getirdi.
Yine bazı marketlerin camlarına kocaman yazılarla “Yüzde 100 yerli kuşbaşı” afişlerinin asılması, ülkemizde yerliliğe ve yerel değerlere verilen anlam ve önemin derecesi bakımından göz yaşarttı.
Hayvan pazarlarında, çarşılarda, fabrika ve okullarda; yani yurdun bağrında mevzu bu noktalara dayandığında “Türk kahvesinden başkasını tanımam” milliyetçiliğinin nüksettiğini, böylece insanların tehlikesiz ve zahmetsiz “yasal aykırılık” ihtiyacını tatlı su babalanmasında bulunarak giderdiklerini izler olduk.
Bu tür babalanmaların siyasi gruplar nezdinde çok tipik örnekleri vardır.
Mesela Türkiye’de Sosyalizmin tehdit sıralamasında liste başı olduğu devirlerde “tatlı su solculuğunun” Ömer Laçiner’in o çokbilmiş yasal öfkesinde simgeleşmesi gibi. Bu “yasal öfkeyi” televizyona çıktığında biraz dikkat edin göreceksiniz. Murat Belge’de ve Birikim’in diğer hempalarında da vaziyet değişmez. Acayip bir teatral ciddiyetle, “çatışan tarafların ortak yanılgısı” söyleminin perdelediği korkaklığı, sadece bulundukları ideolojik kampın müntesipleri değil karşıt kamplar da dahil toplumda isteyen herkes paylaşır.
Şimdi gelelim bu vaziyetin “sağı”na. Sağda durum teorik olmaktan çok pratik seyreder. Taha Akyol gibi “sağ teorisyenler” bile kendince en ağır sorunsala parmak basarken dahi çocukluğunda işlediği bir kabahati “kötü milliyetçiliğin” mahkum edilmesi için günah çıkarma malzemesine çabucak dönüştürebilir.
Biraz daha aşağılara indiğimizde, vaktiyle Serdar Ortaç, Reha Muhtar gibi adamlar tarafından çatal bıçak fırlatmak suretiyle sergilenen tatlı su milliyetçiliği, şimdi mesela Acun Ilıcalı gibilerde görülüyor. Ki bu tiplerden gelen “milliyetçi” bir kalkışma, hemen medyadan taraftar buluyor. Böylece günümüzün tehdit sıralamasında liste başına yükselen milliyetçiliğin, ihtiyaç duyanlar için son derece risksiz ve gayet yasal idolleri de üretilmiş oluyor.
“Yok Böyle Dans” adlı yarışmanın yapımcısı Acun Ilıcalı, partneri Jaki ile “performansı” sırasında yakınlaşan Burcu Esmersoy’a “Ben yabancı damat olayına sıcak bakmıyorum” diye uyarıda bulunmuş. İçlerinde evli kadınların da olduğu yarışmacıların ecnebi adamlarla yarı çıplak salınıp durmalarından kendine düşen büyükçe hisseyi kurnazca bertaraf eden Acun Ilıcalı’nın “yabancı damat karşıtlığı” üzerinden sergilediği bu milliyetçilik, “Angus aleyhtarlığı” ile üzerine düşeni “en zayıf halkadan” kotaranlarla aynı düzlemde birleşiyor.
***
Tabi laf buraya kadar gelmişken Güneri Cıvaoğlu’nu anmamak olmaz. Eskinin “milliyetçi muhafazakar” Tercüman gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni, şimdinin “Yok Böyle Dans” programının yarışmacısı Güneri Cıvaoğlu geçtiğimiz Cumartesi gecesi yine bize saydırmış.
Sosyete finansmanlı küçük burjuva sanat aktivitelerinin basındaki hamiliğini üstlenmiş gözüken Cıvaoğlu, sakil bir yarışma programına katılmış olmanın verdiği dayanılmaz hafifliğin ağır kompleksiyle geçen haftaki yazımıza canlı yayında, yarı çıplak ecnebi partnerinin kolunda olduğu halde şu cevabı vermiş: “Bu ülkede bir ilde dans okulu açılması engellendi. Burada gençlere mesaj göndermektir benim amacım. Dans bir uygarlıktır.”
Uygarlığın bizatihi kendisine böyle ideolojik bir anlam yüklemek bu gün “uygarlık” denilen heyulanın merkezlerinde “modası” çoktan geçmiş bir büyük budalalıktan başka bir şey değilken, Cıvaoğlu’nun hâlâ aynı yerden karşılık vermesi, en azından bir sâbitesinin olması bakımından bize umut verici gibi gözüktü.
Bay Güneri o aptal yarışmaya katıldı diye uygarlık savaşında bayrağı taşıyor.
Sanırsın ki buz mavisine kesmiş yıldızsız bir gökyüzünde pervâneler gibi divâne uçuşan kar tanelerinin temâşasında raks ediyor.
O kaba saba, bayağının da fevkinde bayat ve karşılıksız siyasi mesajların tutsağı, ahlak zafiyetinin yol açtığı, ar damarı tarumar olmuş kimselerin salyalarıyla kirlenmemiş sonsuz ve biricik raksı o temsil ediyor.
Hayda bre!
Biz Cıvaoğlu’nun neyi temsil ettiğini çok iyi biliyoruz. Vaktiyle İsrail hükümetinin davetiyle işgal altındaki topraklara giden gazeteci grubunda yer alan Cıvaoğlu, Filistinli çocukları paramparça eden İsrail tanklarının içinde gülerek çektirdiği resimleri aziz milletin gözüne sokarken, kaleminden şu ifadeler dökülüyordu: “Tabii bu tankları, insanlık yararına, barış için kullanıyorlar. Bu gelişmiş silahlar çok sert ama sizi korkutmasın, bu tankların komutanları o kadar ince, o kadar beyefendi, o kadar tatlı insanlar ki, bu komutanları tanısanız, fikrinizi değiştirirsiniz!”
“Barış ve Uygarlık” ona göre kimi zaman İsrail tankları, kimi zaman dans yarışmaları; ama daima gülerken alt dudağından sarkan sahteliğin medeniyet karşılığında götürdüğü içtenlik duygusu.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.