Sevindirilen kurbağa
"Tarihin en büyük affı... Vergi Bayramı... Büyük Barış... Son 50 yılın en kapsamlı barışı... Borçluya çifte bayram, Bayram müjdesi... Yüzyılın affı... Devrim gibi kararlar..."
Dün necib matbuatımızın bir kısmı, neş'esinden gerdan kırıp göbek titreten böyle manşetlerle çıktı velînimetlerinin huzûruna. Bizim gazete "Devlet alacaklarını tatlıya bağladı" diyerek durumu tatlıya bağladı. Taraf, "Hükümetin sevgili kulu" imâsıyla Aydın Doğan gazetelerinin niçin 23 Nisan çocuğu gibi meserretlere garkolduğunu izah ediyor; doğruysa şenlik vallahi, 6 milyar liralık borç bir çırpıda 650 milyona inivermiş. Baba evlâdına yapmaz, yapamaz. Sözcü'nün manşetine ise ilk defa aferin çektim: "Ödeyen enayi" diyor ve ekliyor; "Borcuna sadık olan vatandaşı cezalandırdılar!"
Anladık, bizim de fakültede kamu maliyesi, iktisat, vergi hukuku okumuşluğumuz var biraz; cabadan üç sene de fiili muhasebeci çıraklığı yapmışım, sahayı tanıyorum, pratik (Vergiyi insanî hadlere indirgeme pratiği demek istiyorum) yapmışım, yani vergi niçin alınır, vergi geliriyle ne yapılır; mükellef niçin vergiyi sevmez, azbuçuk biliyorum. Vergiyi salmak değil, tahsil etmek mârifettir; alacakta duran vergi gelirinin maliyeye on kuruş hayrı dokunmaz, vergi cezalarının baskısı yatırımı aksatır, beş kuruşluk nakit tahsil, on kuruşluk farazî alacaktan evlâdır vs vs...
Hepsini biliyorum da yine de Sözcü gibi düşünüyorum işte, CHP'nin yeni genel başkan yardımcısı Sayın Tekin de öyle düşünüyor; bu ilginç vergi affı, doğrucu vergi mükellefine en hafifinden, "Sen de acele etmeseydin birâder, ne yapayım!" demektir ve borcunu vaktinde ödeyen mükelleflere ya vergi indirimi veya gelecek vergilere mahsuben mutlaka bir ödüllendirme yapılmalıdır.
Yapılmalıdır diyoruz ama geçmiş ola; bu jest, paketin içinde zaten mevcut bulunmalı ve önceki gün itibariyle Bakan Babacan tarafından açıklanmalıydı ki hükümetin vergi politikasında bir tutarlılık olsun. Şimdi sorarlar adama, iki gün sonra devlete şöyle okkalı bir borcunuz zuhûr etse karalar bağlayıp yas mı tutarsınız, yoksa, "Dur bakalım nasıl olsa bir af çıkar, biraz sabredelim" mi dersiniz?
Vergi affı da, adlî af türünden çok istisnai zamanlarda -hatta hiç- kullanılması gereken olağanüstü bir ıslahat aracıdır ve bugüne kadar yapılan afların hepsi "Bu son, artık af yok" bahânesiyle gerçekleşmişti. Vergi davamızın şah damarı mâkul vergi oranları ve tamama yakın tahsil edilebilirliktir. Bu affın, kısa vadede hazineyi ve devlete borç takan mükellefi rahatlatmak dışında vergi meselesine nasıl bir mahiyet kazandıracağı en azından benim için soru işaretidir.
Meselenin Aydın Doğan'ın vergi cezası ile ilgili kısmı, miktarın heybetine rağmen işin magazinini teşkil ediyor. Maliye Bakanlığı'nın kanuna aykırı davranan vergi mükellefine ceza salmasına bundan sonra kimse aldırış etmez, ciddiye almaz. "Mehâbet-i devlet n'ola Lala?" diye karalar bağlayan Osmanlı paşasının kulakları çınlasın.
Eğri oturup doğru konuşalım mı; Türkiye'de kamu idaresi, vergi salmakta veya tahsilinde başarılı olamıyor, o yüzden hükümetler, çoğunlukla Bakanlar Kurulu kararıyla yükseltebildikleri dolaylı vergilerle bütçenin yükünü çevirmeye bakıyorlar. Muhasebecilikle uğraşırken ilginç şeyler tesbit etmiştim; bunlardan ilki, sarsılmaz gibi duran vergi oranlarının, geciktirme ve uzlaşma gibi yanyollarla pekâlâ yumuşatılabileceği idi; ikincisi, vergi ödemenin, Kurumlar Vergisi hariç genellikle Gelir Vergisi erbâbının insafına bırakıldığı gerçeği idi.
Vergi salmak ve toplamak, klasik hükümranlık haklarındandır; birikmiş vergi borçlarını taksitlendirip cezalarını affetmek ise, hükümranlık kavramına değil piyasa tekniğine girer, yani bir nevi pazarlık!
Ben bu af meselesini sevmedim anlayacağınız; yere bırakılan taş, sevindirilen kurbağaya değecek mi görürüz.