Erdal Şafak

Erdal Şafak

Bayramda şehir

Bayramda şehir

İnsanın içini ısıtan güneş... Trafiğin dibe vurması sayesinde oksijen yüklü hava... Tertemiz ve sessiz mi sessiz sokaklar, caddeler... Bir gün önce yağan yağmurun yıkadığı ağaçlar, gürleştirdiği çimler...
Sanki Cenevre...
"Hayır, sanki Montreal" dedi editörlerimizden Şirzat Bilallar, "Ya da Pasifik'te bir yer..."
Çıtayı yükselttim: "Ağustos ayındaki Paris'e daha çok benziyor" dedim.
Ve -bayram nedeniyle öğle saatlerine kaydırdığımız- gündem toplantısından sonra gazeteden kendimi dışarı attım.
Charles Aznavour'un "Paris au mois d'aout" şarkısını mırıldanarak...( Not: Frankofonlardan, frankofillerden ve de Engin Ardıç'tan özür dilerim; bilgisayarımın klavyesinde ne "Accent aigu" var, ne "Accent grave", ne de "Accent circonflexe"!):
"Balaye par septembre / Notre amour d'un ete / Tristement se demembre / Et se meurt au passe..." (Not: Türkçesi mealen "Eylül'ün süpürdüğü yaz aşkımız hüzünle parçalanıyor ve geçmişte ölüyor" gibi bir şey...) Önce Barbaros Bulvarı'nı boydan boya katettim, döndüm, ver elini Yıldız Posta Caddesi. Pizzacım açıktı; dışarıdaki masalardan birini mesken tuttum.
Şehrin, canım İstanbul'un kalp atışlarını dinlemeye başladım. Düşündüm:
Yahya Kemal Beyatlı yaşasaydı, kesin yeni bir İstanbul gazelinin ilhamı üşüşürdü.
Münir Nurettin Selçuk yaşasaydı, kesin yeni bir İstanbul şarkısının nağmeleri dökülürdü dudaklarından.
"En kaliteli yaşam sunan kentler" klasmanı bu bayram tatilinde yapılsaydı, kesin İstanbul listenin başına yerleşirdi. (Bir not daha: 2010 klasmanına göre, dünyada yaşamın en kaliteli olduğu kentlerin başında Viyana geliyor. İlk 10'da Viyana'nın ardından Zürih, Cenevre, Vancouver, Aucland, Duesseldorf, Frankfurt, Münih, Bern, Sidney yer alıyor. İstanbul ilk 50'de yok. İlk 100'de de!)
Bugün-yarın bayram turistleri dönecekler. Yarından sonra İstanbul yine bildiğimiz hayatına kaldığı yerden devam edecek. Kilitlenen trafik... Caddelerde ve sokaklarda gelişigüzel atılmış temizlik görevlilerinin süpürgelerinin bile hızına yetişemediği pet şişeler, poşetler, izmaritler... Egzoz gazlarının zehirlediği hava... Ve çıldırtan gürültü kirliliği: Klaksonlar, sirenler, bağırışlar, çağırışlar...
Yarından sonra yeniden sevgili Hıncal Uluç "İstanbul'un çıldırtan trafiği nasıl çözümlenebilir" üstüne yazılar kaleme almaya başlayacak.
Yarından sonra yeniden Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş "İstanbul'u rahatlatacak master planımızda emin adımlarla ilerliyoruz" demeçleri verecek.
Yarından sonra yeniden çeteler ortalığa dökülecek ve onların enselerindeki polisler...
Yarından sonra yeniden demeç yarışı başlayacak: Siyasilerden, yetkililerden, sivil toplum örgütleri sözcülerinden...
Yarından sonra yeniden sekreterim randevu listesini uzatacak: Bugün şu saatte şu geliyor, şu gün şu saatte şurada olmalısınız...
Pizzamdan bir lokma aldım, "Günün keyfini çıkar" dedim kendi kendime.
Gözlerimi kapayıp İstanbul'u dinledim. İstanbul'un sessizliğini. İstanbul'un ağaçlarının hışırtısını, kuşlarının kanat çırpışlarını, hafif hafif esen rüzgârını.
Gözlerimi açıp İstanbul'u seyrettim. İstanbul'un temizliğini, sakinliğini, huzurunu... Durgun akan Boğaz'ını...
Ve sordum: Bu huzurun hiç değilse bir bölümü tatil sonrasında da korunamaz mı? Bilmem... Bilse bilse Topbaş bilir.
Bir sonraki uzun tatile kadar hoşça kal huzur...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Erdal Şafak Arşivi