Uyarmak, uyarılara kulak vermek
Zararlı şeylere karşı bizi uyaranlara teşekkür ederiz. Yakanda akrep var, diyenlere minettar oluruz. Öyle ise, eksiklerimizi, hatalarımızı söyleyenlere, bizi ikaz edenlere niçin kızarız?
Peygamberimiz (asm); İslâmın, Müslümanların mukadderatıyla alâkalı meselelerde bile ashabının fikirlerine daima itibar etmiş, uyarılarını dikkate almış. Meselâ, Bedir Harbinde, karargâhını bir mevkiye yerleştirmişti. Yapılan istişârede otuz üç yaşındaki genç sahabî Hubbab bin Münzir, “Ya Resulallah! Burası sana Allah’ın emrettiği, bizim için de ileri gidilmesi veya geri çekilmesi câiz olmayan bir yer midir? Yoksa şahsî görüşünüz neticesinde, bir harp tedbiri olarak mı seçildi?” diye sordu. O:
“Hayır! Şahsî görüş neticesi, bir harp tedbiri olarak seçildi” buyurdu. Bunun üzerine Hubbab:
“Ya Resulallah! Burada karargâh kurmak uygun değildir. Siz, halkı hemen buradan kaldırınız! Kureyş kavminin kuracağı yerin yakınındaki su başına gidip konalım. Ben orayı bilirim. Orada suyu bol ve tatlı bir kuyu vardır. Bir havuz yapıp onu su ile dolduralım. Sonra da müşriklerle çarpışalım. Biz susadıkça havuzumuzdan içeriz. Onlar su bulup içemezler. Zor duruma düşerler.”
“Ey Hubbab, doğru olan görüş senin işâret ettiğindir” buyurdu ve derhal oraya gittiler.1
Hayatı boyunca haklı, isabetli ikazlara muhatap olduğunda asla kızmamış; memnûniyetle gereğini yerine getirmiştir. Demek, kâinatın yaratılmasına sebep, vahye mazhar peygamberin görüşlerinin aksine görüş beyan etmek mümkün!
İslâm’ın temel esprisi doğruluğun, hakkın vuzûhu, yanlışın, kizbin reddi için Sahabe-i Kirâm da, “emr-i bil-ma’rûf ve nehy-i an’il-münker” vazifesini örneğine asla rastlanmayan, rastlanamayacak ciddiyet ve o derece bir nezahet-nezaketle ifâ etmişler. Hayatları pahasına da olsa, gerektiğinde en yakın akrabalarına dahi “kılınç” çekmiş; hakkın hatırını dâima üstün tutmuşlar. Meşveretlerde doğrunun ortaya çıkması için şiddetli tartışmalardan asla çekinmemişler. Onların tavırlarını görenler, “Bu tartışmadan sonra bir daha ebediyyen biribirleriyle konuşmazlar!” diye düşünülürdü. Oysa, meşveretten sonra can-ciğer sarmaş-dolaş olarak uhuvvet ve muhabbetin zirve manzaralarını sergilemişlerdir.
Hz. Ebûbekir (ra) devlet başkanı seçildiğinde yaptığı konuşmayı ve vatandaşların ona verdiği cevabı hatırlayalım:
“Ey insanlar, ben sizin başınıza yönetici seçildim, ama sizden daha hayırlı bir kimse değilim. Eğer davranışlarımda, uygulamalarımda, hareketlerimde doğru yaptığımı ve söylediğimi hissederseniz bana yardımcı olun; hak ve hakikatten saptığımı görürseniz hatalarımı doğrultunuz. Sizin içinizde zayıf olarak bilinen kimseler, onun hakkını diğer kişilerden alıncaya kadar o kişi, benim yanımda kuvvetlidir. Sizin güçlü bildiğiniz kişi de benim yanımda zayıftır, tâ ki, onun elinden gasbetmiş olduğu hakkı alıp gerçek hak sahibine verinceye kadar. Ben sizin halifeniz olarak, sizinle ilgili uygulamalarımda Allah ve Resulüne itaat ettiğim müddetçe bana itaat edin. Şâyet Allah ve Resûlüne isyan edersem; benim, size, bana itaat edin deme hakkım yoktur.”
“Ey Ebû Bekir! Peygamberin halifesisin, seni seçtik, yöneticimizsin, emiri’l-mü’mininsin, şunu bilesin ki, en ufak bir eğriliğini görürsek şu kılınçla doğrulturuz.”
O, “Ebû Bekir’in maiyyetinde, onun hatasını kılıncıyla doğrultacak fertleri bulunduran Allah’a hamd olsun” 2 diye şükreder.
Dipnotlar:
1- Sîre, 2:272; Tabakât, 3:567-568;
2- Age, c. 3, s. 182-183; Sîre, c. 4, s. 311; İnsanü’l-Uyûn, c. 3, s. 483; Hayatü’s-Sahâbe, c. 3, s. 317.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.