Beyni yanan adam!
Henüz on altı yaşında olduğunu, bir roman yazdığını ve bunu yayınlamak istediğini söyleyen okurlarım var...
Bendenizden yardım istiyorlar...
Yardım istiyorlar, ama roman yazma teknikleri konusunda değil, yazdıklarını yayınlatma konusunda...
Gençler “öğrenme”ye gönüllü değil, öğrenmeden “yazmak-yapmak” istiyorlar.
Oysa bırakınız “roman yazmak” gibi özel “yetenek”, uzun “soluk”, derin “sabır”, hatırı sayılır derecede “birikim” ve tabii “kültür” isteyen son derece karmaşık bir işi, çivi çakmayı bile erbabından öğrenmek gerekiyor.
Yoksa çivi yerine parmağınıza vurursunuz çekici...
Yara-bere olursunuz!
Gençlerin hevesini anlıyorum. Ama “yalın heves”le yazılmaz, roman. Yazılır, ancak “kendine” yazılır. Hiçbir yayınevi yayınlamaz.
Bu konuda benim ya da başka bir yazarın “aracı” olması da işe yaramaz. Çünkü haklı olarak yayınevleri satabilecekleri kitapları basmak isterler; “heves” ürünlerini değil.
Önce yüreğinizin sorunlar yumağına dolaşıp yanması, ruhunuzun üşümesi, beyninizin terlemesi lâzım...
Sonra da “edebiyat” ve “sanat” arenasında “kurtlarla dans” etmeyi öğrenmelisiniz...
Gencecik bir yüreğin mektubu münasebetiyle, daha önce de yazdığım gibi, “Beyni terlemekle kalmayıp, hatta kanayan insana ‘yazar’ derler”...
Ruhu bedenine isyanla çelikleşip, cehennem azabında demlenen insana “yazar” derler...
“Yaşama” ile “yazma” arasındaki dengeyi tutturamayan insana “yazar” derler.
Gerçek anlamda “yazar”, beynini yüreğinde damıtıp satırlara akıtan insandır...
Bu işlem sor derece zorlayıcı ve yorucu olduğu için, bazen yüreği tıkanır yazarın, bazen de beyni yanar!..
Bu halini “yazar” olmayanların anlaması zordur... “Anlamazlar” tarafından her gün acımasızca idam edilen fikirlerinin yerine, durup dinlenmeden ve her şeyi göze alarak yenilerini üreten adam olmak, çözümlenmesi kolay olmayan giriftlikte bir insan portresi çıkarır ortaya.
Çözdüğünüzü zannettiğiniz yerde yeniden karışırsınız...
Anladığınızı düşünürken, hiçbir zaman anlayamayacağınızı fark edersiniz...
Çünkü yazmak kaçmaktır bir bakıma!..
En başta kendi kendisinden, sonra da herkesten kaçmak...
Çoğu kez kaçmaktan yaşamaya fırsat kalmaz!
Böyleyken, yazarın “mutlu” olduğu iddiası, büyük bir yalandan ibarettir!
Yazı zaten mutsuzluğun çocuğudur!
Yazarların hırçınlıkları, çekilmezlikleri, savruklukları, olumsuzlukları hep mutsuzluklarına bağlıdır.
Mutluluk yazarı normalleştirir, normalleşme ise öldürür!
“Yazar” olmak, aynı zamanda “anormal” olmaktır!
Normal insanların gözle görülen, elle tutulan, insana para kazandıran mesleklerden birini tercih ettiği bir dünyada, birkaç kişinin yazmayı tercih etmesi, tam anlamıyla “anormal” bir durum olsa gerektir.
Yazar bu yüzden aşırı aykırıdır, aşırı titizdir, aşırı hassastır, hatta çekilmezdir!..
Yerine göre dengesiz, biraz umursamaz, alabildiğine zamansız, sonsuz uyumsuz ve ebedi yalnızdır!
Çelişkilerden beslenip, aşırı sevgi ile tükeniveren sınırsız bir delidir “yazar”!
Yıllar tükenir cümlelerde, kelimelerde haftalar, sayfalarda ömür yanar! Kendini her gün kaybeder yazar, her gün tekrar bulur.
Ne sevgiye acıkır, ne de nefretten korkar! Dünyada bir kendisi vardır, bir de yazdıkları; gerisi “teferruat”tır.
Bu yüzden çok sevilmek de yazarı öldürür!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.