Nostalji
İmam-Hatip okulunun ikinci sınıfındayım. Derslerim oldukça iyi geçti. Dönem sonuna doğru müdür sınıfa girdi.
“İftiharlık arkadaşlarınız var mı” diye sordu.
Arkadaşlar beni göstererek:
“Duran Kömürcü var” dediler.
Müdür bir sınıfa, bir de bana bakarak:
“O önce kendini düzeltsin. Ondan sonra düşünürüz.”
Bendeniz ayağa kalkarak:
“İftiharlar ders notlarına göre verilmiyor mu” diye sordum. Sınıfa yönelerek:
“İftiharlık talebe örnek olmalı. Ahlak sahibi ve çalışkan olmalıdır. Akşama kadar kavga-dövüş yaparak kötü örnek olmamalı” dedi.
Ben de:
“Mesele sınıf geçmek ise yata kalka yine geçerim” dedim. “Çalışmanın hakkı verilmiyorsa neden çalışayım?”
O günden sonra, kitap okumaz oldum. Kendimi spora verdim. Dersleri ise, şimdi dünürüm olan, torunlarımızı beraber sevdiğimiz sıra arkadaşım Necati Yeniel’e yükledim. Çalışkanlara inekçi derdik. Çalışkandı ve birbirimize güvenirdik. Her yazılı sınav öncesi:
“Yarın iyi çalış. Ben akşam yokum. İki kişilik çalış” diye tenbih ederdim.
Günler ve yıllar böyle geçti. İş beşinci sınıfa geçince başladı. Ben evde kalıyorum, Necati yurtta kalıyor. Oradan her gün bir roman getiriyor. Ben sabaha kadar okuyor, ondan sonrakini bekliyorum. Klasiklerden yetmiş iki roman okudum. Kendinde bir şey olmayınca yardımla da başarılı olamıyorsun. Sene sonunda altı dersten sınıfta kaldım.
Köye gidip evlendim. Evliliğimin birinci ayında kayınbiraderim bir gazete kupürünü zarfın içine koyarak köye gönderdi. Kupür:
“Okulda sınıfta kalma kaldırıldı. Kaç dersten kalırsan kal, imtihana girmeye hak kazanıyorsun” diyordu.
Sabah bütün eşyaları toplayıp Konya’ya geldim. Yakınımda oturan sınıf arkadaşım, rahmetli Mehmet Ali Taşpınar’ın yanına gittim. Kendisine:
“Müsaade edersen senin yanına taşınacağım” dedim. O da:
“Yalnız başıma sıkılıyordum. Memnun olurum” dedi.
Evde beraber çalışıyoruz. Yatmadan yatmaya eve gidiyorum. Günlük çalışmamız on üç saatin altına düşmedi, imtihan zamanları daha da arttı.
Son imtihanımız matematik, imtihan sonunda nasıl geçtiğini mütalaa ediyoruz. Hiçbir arkadaş benim takip ettiğim yolu takip etmemiş. Can sıkıntısı içinde eve döndüm. Başımı yastığa koyup uyumaya çalıştım. Bazen uyuyarak, bazen de ağlayarak sabahı ettim. Okula netice sormaya da gitmedim. Hanım kahvaltıyı getirdi. Yemek yerken kapı çalındı. Gelen benim sınıfta kalmama vesile olan Necati Yeniel. “Teselliye gelmiştir” diyerek içeri buyur ettim. Dışarıda çırpınıyor, beni çağırıyordu. Çıkınca hemen kucakladı.
“Geçmişsin” müjdesini verdi.
Okul açıldı, sınıflarda toplandık. Bir boşluk bulup;
“Arkadaşlar beni dinleyiniz. Hayatımın ikinci başlangıcını yaptım. Evlendim. Sizden ricam, size yaptığım zulümden dolayı beni affediniz. Hakkınızı helal ediniz. Kimseye karşı kırgınlığım ve kızgınlığım yoktur. Sizler de böyle biliniz.” Sırama oturdum.
Sözümü tuttum, altıncı sınıfta talebeliğin tadını çıkardım.
Duygusaldım. Herkese yardıma koşarken, onların da karşılık vermesini istiyordum. Babam vefat etmişti, arkadaşlarım dışında ilgilenen olmadı. Öğretmenlerim ilgilenmedi, müdür ilgilenmedi, “Başın sağ olsun” diyen olmadı. “İlk iki senesinde uslu olan bu çocuğun meydan kabadayısı kesilmesinin sebebi ne” diyen olmadı.
Bizim köylü Sadullah amca okula gelmiş, beni soruyor. “Hoşgeldin” diyerek elini öptüm. “Hayırdır amca?” soruma karşılık:
“Yiğen seni sormaya geldim. Köylü olarak bir şey yapamadık, ne yapıyorsun diye bir hatırını sorayım dedim.”
Bu amcayı hâlâ rahmetle anıyorum, beni sormaya geldiğinden dolayı onu hep sevdim. Dünyada en sevdiğim insanlardan birisi o idi.
Nostaljimi size aktarırken, talebeyi hep kontrol etmeli, başarısında onurlandırılmalı, zayiatında tamir etmeye çalışılmalıdır.
Talebelik hayatımda, “İki öksüz, iki çocukla ne yapıyorsun” diyen olmadı. Kendi işimi kendim gördüm. Yaz tatillerinde işportacılık yaparak evimi geçindirmeye çalıştım. Ya bunu yapamayanlar!..