Paramız mı çok, düşmanımız mı?
Ayıp olmasın diye “Paramız mı çok, yoksa düşmanımız mı?” diye sorduk, ama herkes biliyor ki bu sorunun doğrusu şöyledir: “Paramız mı çok, yoksa aklımız mı yok?”
Bu soruya “Paramız da çok, aklımız da!” şeklinde cevap verenler de olabilir elbette. Fakat Türkiye’de yaşayan herkes biliyor ki “paramız çok değil.”
Paramızın çok olmadığını nereden mi biliyoruz? Şuradan: Yapılması istenen her faydalı iş, ‘para olmadığı için’ erteleniyor. Bununla birlikte; her şeyin paradan ve puldan ibaret olmadığını da elbette biliyor ve ifade de ediyoruz. Ancak askerlik konusu hem para ile, hem de akıl ile ilgili bir konu...
Hatırlanacak olursa, askerlik süreleri ve şekilleriyle ilgili tartışma sadece Türkiye’nin değil; dünyanın gündeminde. Pek çok ülke ‘mecburî askerlik’ten vazgeçerek, bu işi daha profesyonelce yapmaya yöneliyor. Meselâ, son olarak Almanya bu yolda önemli bir adım atarak ‘zorunlu askerliği’ kaldırmaya hazırlanıyor. Almanya, bu adımı atmakla 8 milyar euro tasarruf edecekmiş. Öte yandan ABD, Güney Kore ve Rusya da asker azaltmak için düğmeye basmış. (Sabah, 24 Kasım 2010)
Askerlik süreleri ile ilgili tartışmalar da yıllardan beri devam ediyor. Aynı şekilde ‘mecburî askerliğin’ sona ermesi ve bunun yerine daha profesyonel kişilerce bu vazifenin yerine getirilmesi teklifleri var. Geçmişte ‘bedelli askerlik’ gibi uygulamalar da yapıldı ve hatta tekrarlanması da isteniyor.
Şu bir gerçek ki, mevcut haliyle uygulanan askerlik sisteminden hiç kimse memnun değil. Bu sistem ‘eşitlik sağlıyor’ gibi görünse de uygulamada eşit bir sistem değil. Meselâ bu sistemde birisi “Harbiye Orduevi”nde “berber” olarak askerlik görevini yaparken, görünüşte aynı haklara sahip başka bir “er” şehir yüzü görmeden ve dağlarda yatmak suretiyle bu vazifesini yerine getiriyor. Peki eşitlik ve adalet bunun neresinde?
Herkesin kabul ettiği bir gerçek de şu: Artık dünya eski dünya değil. Düşman ve tehdit kavramlarını değil 50 yılın, 20 yıl öncesinin bakış açısıyla değerlendirmek bile doğru olmaz. Belki sayıca kalabalık olmak geçmiş asırlarda geçerli bir akçeydi, ama artık sayıdan çok ‘kalifiye asker’le savaş kazanmak mümkün. Bu o kadar gerçek ki, aksini iddia edenlere sadece gülünür. Öyle ise gelişen ve değişen Türkiye’de bu sistemin hiç değişmemesi, değişme taleplerine de kulak tıkanması kabul edilebilir mi?
Birileri diyebilir ki, “Bizim paramız yok, ama düşmanımız çok. Bu sebeple asker sayımız fazla olsun.”
İlk bakışta haklı gibi görünse de bu doğru bir tesbit değil. Artık savaşlar bile masa başında kazanıldığına göre, savaşmadan da düşmanları yenmek mümkün. Bunun için de savaş gözlüklerini çıkarıp, barış gözlüğüyle etrafa bakmakta fayda var.
Kısa bir hatırlatma yapmak gerekirse, geçen yıllarda en büyük düşmanımız olduğu söylenen komşu ülkelerle bugün gayet samimî dostluklar kurabiliyor. Demek ki bu mümkünmüş. O halde hemen soralım: Geçmiş yıllardaki düşmanlık ‘sanal’ mıydı? Bu düşmanlıkları kim niçin üretti ve kimler bu düşmanlıktan ‘pay’ aldı?
Madem paramız da düşmanımız da çok değil, o halde askerlik sistemiyle ilgili her konuyu soğukkanlılıkla tartışmalı ve Türkiye’ye uygun en güzel yolu bulmalıyız.
Unutmayalım: Askerlik konusu sadece ‘asker’lere bırakılamayacak kadar önemlidir...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.