Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Gündem dışı

Gündem dışı

Gündem dışı takılmaya izninizle bugün de devam etmek istiyorum…
Daha doğrusu, Meryem Aybike Sinan Hanımefendinin “Yavuz Bahadıroğlu kimdir” sualine cevap vermeye çalışıyorum…
çünkü yıllardır değişmeyen gündemden sıkıldım…
Kırk sene kadar önce (tamı tamına 37 sene) gazeteciliğe başladığımda siyaset, medya ve üniversite başörtüsü ile laikliği tartışıyordu…
Hele laiklik! Türkiye’nin seksen senedir (tamı tamına 81 sene) değiştiremediği bir tartışma konusu.
Uğruna darbeler yapılıyor, kıyametler kopuyor, tanklar Sincan’dan geçiyor, ama henüz yerleşmemiş bile; yerleşseydi tartışma konusu olmazdı.
Açıkçası bunlardan çok sıkıldım. Bu yüzden gündem dışında varlık alıyorum. Benimle birlikte gündem dışına çıkacaklara selam olsun.
Açıkça söylemem gerekirse, “dünya” denilen şu ormanda, kitaplarım benim sığınaklarımdır. Onlarla yalnızlıktan kurtulur, onlarda huzur bulurum. Kendimi satırlarda çözmeye çalışır, geçmişimin en görkemli hikâyesini sayfalarda ararım.
Yani her kitabımda bir bakıma kayıp özgeçmişimi arar, her kitabıma yitik özgeçmişimin notunu düşerim: “Bir varmış, bir yokmuş.”
Kısacası, kitaplarımla ben ortak bir serüveniz.
Yirmili yaşların son kertesine doğru gazeteciliğe başladım (Temmuz 1971). önümde büyük hedefler, yüreğimde heyecanlı çırpıntılarla yıllar boyu yazdım…
Gecem gündüzüm bir birine girdi. Uykuda bile yaşadım. Benim için yazmak, sevmek ve yaşamaktır.
çocukluğum kafes kuşu tadında geçti. Anneciğimin kırklı yaşlarında, tam beş kız kardeşin üzerine “erkek” cinsiyeti ile gelmem, “mucize çocuk” muamelesi görmeme yol açtı. Bu imtiyazı idrake başladığımda, galiba şımarmaya da başladım; ama küçükken yapılması gereken şeyler vardı: öncelikle Kur’an öğrenmeliydim.
Ezanın ürke ürke okunduğu bir dönemde, pek tabii Kur’an korka korka öğrenilir. Arada bir jandarmalar geliyor, camie giriyor, ne okuduğumuza bakıyor, Oflu Hoca’ya sert sert bir şeyler söylüyorlar ve söylene söylene gidiyorlardı.
Başöğretmen Hikmet Bey (o tarihte ilkokulları müdür yerine başöğretmenler yönetirdi) her cumartesi öğle vakti tüm öğrencileri okulun bahçesinde sıraya dizer, parmağını mavzer tüfeği namlusu gibi suratımıza sallayarak, “Pazar günü camie gidenin dişlerini sökerim!” derdi.
öylesine diş sökme meraklısıydı ki, dişçi olması gerekirken, yanlışlıkla öğretmen olduğunu düşünmekten kendimi alamazdım.
İlkokul hamâsi nutuklar dinleyerek ve milli bayramlarda hamâsi şiirler okuyarak bitti.
Başöğretmenim Hikmet Bey durmadan laik Türkiye’nin birikimlerinden, zenginliklerinden, cumhuriyetin faziletlerinden söz ederek geçmişi kötüler, sanki cumhuriyeti reddediyormuşuz telâşı içinde, göklere çıkarırdı.
Halbuki hepimiz cumhuriyet çocuğuyduk: Cumhuriyeti reddeden filan yoktu…
Ama önce ekmek lâzımdı, hürriyet lâzımdı, iş lâzımdı. çünkü ekmek yok, hürriyet yok, iş yoktu.
Şimdi söyler misiniz lütfen: Bu serüvenin hiç yaşanmamış bölümünün, yani çocukluğumun, askeri darbelerle yaralanıp korkularla berelenmiş güzelliğinin, yani gençliğimin hesabını kimden sorayım?..
İdeolojik şiirlerle neslimin çocukluğunu çalanlardan, neslimin gençliğini sloganlar cehennemine fırlatanlardan, neslimin orta yaşında ise ülkemi bir açıkhava hapishanesine döndürüp âdeta çocukluğumuzu, gençliğimizi, özetle mazimizi ve bir bakıma da geleceğimizi zindana atanlardan bir şekilde hesap sormak gerekmiyor mu?
Büyük hesap gününe inanmasaydım, herhalde çok mutsuz olurdum…
Şimdiki halde, inancım en büyük mutluluğumdur!
Gazeteciliğe ortaokul sıralarında, okul müdürünün izniyle çıkarmaya başladığım duvar gazetesiyle başladım. İlk köşe yazımı da o gazete için yazdım. Ne yazık ki ilk yazımı yazdığım ilk gazetemin ömrü yalnızca onbeş dakika kadar oldu. Yazdığım ilk köşe yazısında, içindeki çelişkiler sebebiyle tarih kitabını eleştirmem okul müdürünün hoşuna gitmemiş, bu yüzden gazete duvardan indirilmişti…
Ceza filan almadım, ama sıkı bir tembihten geçirildim. Müdür Bey’e göre, önce okullarım bitmeli, büyümeliydim. Ancak bir yerlere geldikten sonra, böyle eleştiriler yapabilirdim.
Okullar bitti. Büyüdüm, gazetecilikten emekli oldum. Yüz civarında da kitap yazdım. Ama hâlâ bildiklerimi, düşündüklerimi söylemeye bırakmıyorlar: “Başın derde girer!” diyorlar.
Aradaki kırk yıl geçmemiş, demokratik gelişme açısından yıllar hiç yaşanmamış gibi!


Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi