Prof. Dr. Şaban Şimşek

Prof. Dr. Şaban Şimşek

Ya kendim için susacaktım ya da...

Ya kendim için susacaktım ya da...

Bu köşede dört parça halinde sunduğumuz “Allah bu memleketi cemaatÇİLİKten korusun.. Amin” adlı makale özellikle bir ulusal gazeteye manşet olduktan ve bazı önemli yazarların sütunlarında yer aldıktan sonra gündemin ön planına çıktı, malum. Onlarca haber sitesi konuya yer verdi, yüzlerce yorum yapıldı, çok sayıda tebrik telefonu ve teşekkür aldım. Sağ olsunlar, hepsine çok teşekkür ediyorum. Gönülden katılıp da bunu ifade etme imkânı bulamayanlara da teşekkür ediyorum.
Doğrusu ben, sadece “Doğan medya grubu” olarak adlandırılan kesimin değil, cemaatlere daha yakın duran medya grubunun da ilgi göstermesini ve kendi içinde tartışmasını isterdim. Bir çeşit özeleştiri ya da otokontrol mekanizmasının işletilmesi gibi olacaktı bu. Ama olmadı; neredeyse tık çıkmadı bu kesimden... Ancak ses çıkmamış olsa da içten içe konunun tartışıldığını, en azından vicdani bir muhasebe yapıldığını düşünüyorum. Bunu insanların yüz mimiklerinden, ses tonlarından, vücut dillerinden anlıyorum çünkü.
O yazı serisinde de öne çıkardığımız gibi buradaki amacımız günümüzdeki “cemaatçilik” gelişimine vurgu yapmaktı. Bu sebeple her ne kadar makalenin başlığını koyarken, “cemaatçilik” kelimesindeki ÇİLİK ekini büyük harflerle yazmış ve içeriğini de bir ölçüde elle tutulur hale getirmeye çalışmışsam da, bu bazıları için yeterli olmadı. Benim cemaatler olgusuna kökten karşı çıktığım filan anlaşıldı. Ve bu sebeple, yanlış noktadan hareketle hassasiyetini gösterenler oldu. Bazı haddini aşan, temsil ettiği misyona yakışmayan ifadeler kullananlar hariç, onlara da teşekkür ediyorum. Yanlış olsa da düşüncelerinde (aslında daha çok duygu!) samimi olduklarına inanıyorum çünkü.
Aslında bu, fikirlerimi yeterince açık bir şekilde ortaya koy(a)mamış ya da makalenin dikkatlice okunmamış olmasından kaynaklanmış olabilir. Belki de cemaatçiliğin esas itibarıyla, cemaatlerin söz sahibi oldukları alanda (maddi ve dünyevi değerler anlamında) “mülk sahibi” gibi davranmaları olduğunun altını iyi çiz(e)mediğim ve somut örneklemelere gitmediğim için de olmuş olabilir. Her neyse... Bu sebeplerle, daha iyi anlaşılabilmesi için bu makalede ÇİLİK’i yine büyük harflerle yazıyor, ilave olarak da altını çiziyorum.
Bazılarına göre ülkemizde cemaat deyince Fetullah Hoca Efendi grubu (artık cemaat tarikat yerine bu “grup” kelimesini kullanıyorum!) anlaşılıyormuş, diğerleri tarikatmış. Doğrusu ben, bu yazı serisini hazırlarken böyle bir şey düşünmedim. Kaldı ki bir an için öyle olduğunu kabul edersek, o zaman mesela Süleyman Hilmi Tunahan Efendiye bağlı bir insan için “O Süleyman Efendi tarikatındandır” mı diyeceğiz?.. Yok böyle bir tarif ya da hitap tarzı. Bu belki Mevleviler için, Kadiriler için, Cerrahiler için söylenebilir ama mesela Menzilciler, Süleymancılar ya da Işıkçılar için kullanılan bir isimlendirme değildir.
Belki de daha dünyevileşmiş olanlara “cemaat”, tasavvuf yolunda yol almak amacından sapmamış olanlara da “tarikat” demek daha uygun olacaktır. Ama bizim derdimiz bu değildi ve dolayısıyla böyle bir ayırım da yapmadık. Zaten bir grubu ya da grupları kast etmediğimiz için gereksizdi böyle bir şey.
Bütün bunlara rağmen, malum yazı serisiyle ilgili olarak yine de ve sadece Fetullah Hoca grubundan tepki geldi. Buradaki “cemaat” sözcüğünden kendilerinin hedeflendiği intibaının uyandığını (nazikçe) söylediler. Diğer hiçbir gruptan hiçbir olumsuz tepki gelmedi. Aksine birkaçı takdir ve teşekkürlerini sundular.
Bu durumda, “Yani öyle algılanıyorsa ben ne yapayım” mı desem; yoksa hiçbir şey söylemeyip de yorumu okuyucuya mı bıraksam, doğrusu bilmiyorum. Ama tekrar ediyorum hedefim şahıslar ya da olaylar değil fikirler, anlayışlar, davranışlardı.
Neticede, her sosyal grupta olabilecek olan bir şeye işaret ederek günümüz Türkiye’sinde bu tür gelişmelerin var olduğundan, gruba şamil olan bir benlik duygusundan hareketle kişisel-grupsal üstünlük duygusuna kadar giden bir narsizmden, diğerlerini ötekileştiren dışlayıcı bir nepotizmden yani benim cemaatÇİLİK dediğim kavramdan bahis ettim o kadar.
Bu konuyu bitirirken...
Huzurlu bir toplum ve daha iyi bir gelecek için hep birlikte demeliyiz ki “Bu topraklarda yaşayan insanlar olarak bizler ortak bir tarihi, ortak bir coğrafyayı, ortak bir kaderi paylaşan (paylaşması gereken) eşit insanlarız”... Bunu böylece kabul etmemiz gerekiyor. Bu kabul edilmediği takdirde “Kürt meselesini çözmek de, Alevilerin sorunlarını rahatlatmak da, başörtülülerin çektiği çileye son vermek de, cemaatÇİLİK’in önüne geçmek de mümkün olmayacaktır” diye düşünüyorum.
Bu arada... şahsım için endişe eden dostlara çok teşekkür ediyorum. Şükür, sağız ve gönlümüz de müsterih. Sözümüzü, meseleyi gazetesindeki köşesine taşıyan Sayın Güngör Mengi’nin, gerçekten bana çok çarpıcı gelen o son cümlesine atfen bitirelim: “Ya kendim için susacaktım ya da çocuklarım ve çocuklarımız için konuşacaktım!..” Ben ikincisini tercih ettim.



Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Prof. Dr. Şaban Şimşek Arşivi