Sinek küçük ama...
çaydanlık buharı ve kaloriferden iyice buğulanmış camı avucumla silip dışarıya bakayım derken çerçevenin kenarında el hareketimden ürken o küçük kara sineği gördüm.
"Vaay" dedim, "nereden çıktın sen; yoksa bahar geldi de ben mi fark edemedim?" "Baharla filan ilgisi yok" diye belli belirsiz bir sesle vızladı sinek, "sadece basit bir planlama hatasının bedelini ödüyorum; bütün kışı şu dolabın arkasında nasıl geçirdiğimi bir ben bilirim"
"ölmüş olman gerekirdi yav" diye homurdandım, "aslında öyle demek istememiştim; kusura bakma, tabiat kanunu işte!" "önemli değil" dedi, "birine acımak gerekirse, benim sizlere acımam gerekir; öyle saçma sapan işlerle uğraşıyorsunuz ki..." Haklıydı; ben sustum, o devam etti: "Darbe olur filan gibi lâflar uçuşuyor bazen; ben burada sinek halimle gülüyorum, kuzum siz hiç kitap okumuyor musunuz, veya şöyle söyleyim, haydi kitap okumayı sevmezsiniz; takvime de bakmaz mısınız ara sıra?"
"Ne ilgisi var yahu takvimin bu işlerle?"
"Bak ne yazıyor orada, 12 Nisan 2008; 21. yüzyılın ilk on senesini öğüttünüz bile... Bizim ömrümüz sizinkine nisbetle pek küçücük ama yine de gülsem mi ağlasam mı şaşırıyorum...""Ne demek istiyorsun küçük kara sinek" diye payladım keratayı, "bir fiskelik canın var be; felsefe yapma da ne söyleyeceksen söyle!"
"Şöyle düşünüyorum" diye camın kenarına doğru birkaç adım yürüdü, "sizin darbeci takımını anlamıyorum; böyle höt-zötle daha ne kadar küçücük iktidar adacıklarında mutlu yaşayabileceklerini sanıyorlar ki? Darbe ile işi bitireceklerini bilseler, zaten çoktan yaparlardı. Darbe sonrası sürecini yönetememekten ödleri kopuyor. Yarım asırdan beri sağ parti iktidarlarının sırtından geçinip gidiyorlar. Devleti gözeten, kollayan denetleyici rolünü kapmışlar vaktiyle, ara sıra yürütme gücüne karşı dayılanıp şaplak atarak kendi mevkiilerini tartışılmaz durumda göstermekten başka numaraları yok; fakat bana kalırsa bu defa deniz tükendi gibi görünüyor..."
"Nedenmiş o" diklendim, ayrıca meraklanmıştım da, "Ne demek deniz tükendi? Yoksa kinâye sanatı mı yapıyorsun?" "Yoo" dedi bizim küçük kara sinek, "güyâ pek değer verdikleri, üzerine titredikleri o heybetli kurumların haline bakmıyor musun; hızla güvenilirliklerini kaybedip alay konusu haline geliyorlar. Fazla kurcalamaktan ötürü başta yüksek yargı olmak üzere, ordu, üniversite, bir kısım basın filan çok ortalık yerde dedikodu malzemesi oldular şimdi; eleştiriliyorlar ve elbette yıpranıyorlar; bu arada devleti ne kadar yıprattıklarını ve zaafa uğrattıklarını ise anlamıyorlar bile."
"Hiç de öyle görünmüyorlar be küçük kara sinek!"
"Onları yanıltan da bu zaten; eskisi gibi bir iki höt zötle müdahale edip, kendilerini görünmez kılacaklarını hesapladılar ama bu defa kara göründü; düşünsene, siyasi iktidarı dincilerden alıp laiklere verdiler diyelim; nerede kamuoyu desteği, nerede siyasi, ekonomik programları; kenarda durup her yapılana bir kulp takmak kolay gibi görünüyor ama dikkat et lâf da tükendi. Aynı ideolojik kalıbın sözlerini köpürtüp köpürtüp gündeme getiriyorlar ama at terli, eskisi gibi yem kesmiyor; o yüzden gitgide içi boşalmış bir retoriğe gömüldüklerini farketmiyorlar." "Vay canına yahu, ne yaman tahliller bunlar; yoksa çaktırmadan bir uçağa atlayıp yurtdışında doktora filan mı yaptın kerata!"
"Lâubâli olmayalım lütfen" diye sertçe vızıldıyor, "sözümü de kesme; bu durumu ben, maçta sayı hesabıyla çoktan geriye düştüğünü anlayan boksörün, çılgınca bir yumruk ile işi nakavta bağlaması gibi görüyorum. Bunlar rasyonel, akıllı bir taktiğe bağlı hamleler değil; dikkat et gardları düştü ve o çılgın yumrukların çoğu havayı dövüp durmakta; bunu fark ettikçe daha sinirleniyor ve ümitsizliğe kapılıyorlar; yoksa belden aşağı yumruğun bile yasaklandığı bir boks maçında mahalle kavgasıymış gibi tekme sallamaya kalkışmazlardı; haksız mıyım?"
Geçen yazdan arta kalmış bu kara sineğin değerlendirmesi bana oldukça gerçekçi göründü. İkram olarak pencere kenarına bir kaşık toz şeker ektim.