Toplumun yüzakı düğünler!
Muhatap inançlı kesim olunca ne diyeceğimi şaşırıyorum. Ana babaya bakıyorum, ya bir cemaat mensubu veya inancı gereği tepeden tırnağa kapalı, alnı secdeli. Düğün günlerinde çocuklara sıra gelince, kural değişiyor. Sanki bu parça o bütünden değil.
Altı üstü bir düğün, Allah’ın(c.c) ayetlerinden taviz vermeye değer mi?
Hem kime yaranmaya çalışıyoruz?
Malik’e mi, mal mülke mi?
“O kapılar, o mevkiler, o paralar kime kaldı?
Kartala mı, şahine mi, tilkiye mi, kurda kuşa mı kaldı?”
Bu düğünlerin kapılarında sanki İstanbul Üniversitesi Rektör Yardımcısı Nur Serter varmış gibi. Sanki oralarda ikna odaları kurulmuş...
Üniversite kapılarında çocuklarımızın örtüsüne konulan ambargo belli de düğünlerde derneklerde neler oluyor? AK Parti’nin bir kısım bürokratları ile bakanlarına bakıyorum, sergiledikleri düğün manzaraları hem küpüne hem de dibine zarar.
Misyonları itibarı ile arkadan gelenlere kötü örnek oluyorlar.
Aile Müslüman olduğu halde, sırf “desinler” diye çocuklarının üstüne başına kendi eli değiyorsa okul kapılarındaki “ikna odalarına” ne demeye hakkımız var?
Yoksa bu kural tanımazlık CHP eli değince başka, kendi elimiz değince başka mı oluyor? Daha açıkçası “bizim günahımız” sevimli mi?..
Kör şeytan, nefsimize nasıl da hükmediyor...
Bir tarafımız virane, bir tarafımız kâşâne...
¥
Bu arada güzel örnekler olmuyor değil...
Çubuk eski Belediye Başkanı Süleyman Haksever kardeşimizin düğününü görünce istikbalden umutlandım. Kıvılcımlar, bir gün yıldız taneleri olacağı vaadini müjdeliyordu.
Örnek bir düğündü, gölgesinde serinlendik.
Gelin kızımız Esra, Allah’ın emrettiği şekilde kapalı ve de sade. Allah onu yetiştiren aileden bin defa razı olsun. Damat oğlumuz Abdullah da tam bir Ankara uşağı...
Eşine, özüne sahip bir delikanlı.
“At sahibine göre kişner” sözü aile yapılanmasında neden geçerli olmasın?
Eş seçmek öyle kolay bir iş değil. Hem hanım hem de delikanlı olmak, sonra da Allah’ın(c.c) ipine sımsıkı sarılmak.
Müslüman çokça domuz eti yememişse her ikisinin de sahibidir.
Sözünü ettiğim düğün 5.12.2010 tarihinde Esenboğa yolu üzerindeki “Airport Hotal” isimli yerde yapıldı. Dedim ya, sade bir düğündü. Dostlarla coştuk...
Kimseler kimselere sarılmadı, kısrak gibi zıplamadı...
Göbek atmadı... Cinsiyetini sergilemedi...
Eşler değiştirilmedi, nikahlar zedelenmedi...
Resmi nikahı Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek kıyarken o da sayın Başbakan gibi “üç çocuk” dedi... Biz de gençlere öyle diyoruz:
Üç çocuk...
Düğünü izlerken kendimi hatırladım. 1971’lerde nikahım İzmir Fuarı’nda olmuştu.
O zamanlar İzmir Gavur İzmir denecek kadar vardı.
Ama şimdilerde köprülerin altından çok sular geçti...
Eşim başörtülü olduğundan çarşıda gezerken zorluk çekiyorduk. Durakta beklesek, mutlaka bir laikçi hanım gelip Mustafa Kemal’in devrimleri adına ya laf atıyor veya doğrudan çatıyordu. Uysan bir türlü, uymasan bir türlü...
Nikaha gelen davetliler İslâmi usullere alışık olmadıkları halde Esra kızımız ile Abdullah’ın yaptığı gibi tavizsiz geçiştirdik. Tokalaşma sıkıntısı yüzünden ayrı durduk, durunca da erkekler benimle, hanımlar da eşimle tokalaşmıştı.
Öpüşen, sarılan, ayılan, bayılan olmadı...
Sonra da bizi dikkatlice izleyen gençler nikah sonrası kutlamak bahanesiyle üzerime atıldılar. “Bravo, tebrikler, nasıl başardınız?”
Yürek bu, isterse neden başarmasın?
Yeter ki iste, gevşeme, gavurlaşma, ufak bir voltta çarpılma...
İnandığın gibi dur, adam gibi dik yürü...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.