“Hükm-i Karakuşî” ne demektir?
Leyla Durkan/Bolu;
“Dedem, hoşuna gitmeyen kararları ‘hükm-i Karakuşî’ diye nitelendiriyor. Biz gençler bundan hiçbir şey anlayamıyoruz. Bir gün ne anlama geldiğini sorduğumda, ‘Yanlış hüküm’ anlamına geldiğini söyledi, ancak deyimin kaynağını dedem de bilmiyor... Acaba ‘hükm-i Karakuşî’ sözünün tarihi bir dayanağı var mı?”
• Var elbette Leyla Hanım; ama Osmanlı tarihinde değil, Eyyûbî tarihinde var...
Önce tarih konusunda birkaç söz etmeme izin verin...
Tarih, bazılarının söylediği gibi, geçmiş, gitmiş; olmuş, bitmiş “masallar yığını” değildir...
Tarih genlerimizde ve hücrelerimizde yaşayan formatların tümüdür...
Şarkılarımızda kokusu, ağıtlarımızda acısı vardır: “Ora yemendir/ gülü çemendir/ giden gelmiyor/ acep nedendir” derken, yaşanmış bir acıdan değil, hâlâ yaşayan acıdan söz ederiz.
Tarih boyunca oluşmuş fıkralarda kendi neşemizi buluruz...
Atasözlerimizde, deyimlerimizde iç dünyamızı yansıtırız..
Kısacası tarih, bir şekilde hayatiyetini sürdürür ve en olmadık zamanda kendini dışa vurur...
Tarihi ıskalamak ise, bir anlamda hayatı ıskalamaktır...
Şimdi artık sorunun cevabına geliyorum...
“Hükm-i Karakuşi” deyiminin kaynağını teşkil eden kişinin adı Bahaüddin Karakuş’tur... Kendisi, Mehmed Âkif’in ifadesiyle, “Şark’ın en sevgili sultanı” Selahaddin Eyyûbî’nin yöneticilerindendir...
Son derece iyi niyetli, merhametli ve cesur olmakla birlikte, eğitimsizdi. Bu yüzden, sık sık yanlış kararlar verirdi.
Bir keresinde, oğlu bin gümüş dirhem (“dirhem” o dönemde kullanılan bir para birimidir) karşılığında bir katır satın almış, para istemek için de babası Bahaüddin Karakuş’a gelmişti:
“Ben o kadar pahalı katır istemem” diye çıkıştı babası, “çabuk katırı sahibine geri ver.”
Oğlan kös kös babasının yanından çıktı. Kapının önüne çöktü. Başını ellerinin arasına alarak düşüncelere daldı...
Şimdi katırın sahibine ne diyecek, bu dertten nasıl kurtulacaktı:
Düşünüp dururken, yanına aile dostlarından biri geldi:
“Hayrola oğlum, niye üzgünsün böyle?” diye sordu.
“Hiç sormayın bey amca, bin gümüş dirheme, neredeyse bedava sayılacak bir fiyata katır satın aldım, ama babam pahalı diye tutturdu. Sahibi de para bekliyor, ne yapacağımı şaşırdım.”
Adam güldü:
“Merak etme, şimdi istediğin parayı babandan alırım.”
Dostu Bahaüddin Karakuş’un yanına gitti.
“Yahu” dedi, “oğlun sana yanlış aksettirmiş, aslında katırı bin dirheme değil, dokuzyüz doksan dokuz dirheme almış.”
Bahaüddin Karakuş: “O zaman başka, ucuza almış sayılır” diyerek parayı dostunun avucuna saydı.
O gün bugündür, uygun düşmeyen kararlara “hükm-i Karakuşî” demek âdet oldu.
Yıldız İstihbarat Teşkilatı niçin kuruldu?
Ferit Kara/İstanbul;
“Sultan II. Abdülhamid döneminde Yıldız İstihbarat Teşkilatı adıyla bir teşkilat neden kuruldu? Devletin istihbarat birimleri yok muydu? Ne tür faaliyetler gösterdi? Verilen istihbarat raporları şimdi nerede?”
Yıldız İstihbarat Teşkilatı 1880 yılında dönemin padişahı II. Abdülhamid Han tarafından kurulmuş, Türk tarihinin ilk organize istihbarat teşkilatıdır.
Elbette devletin istihbarat teşkilatı vardı, ama bunlar iktidardaki İttihad Terakki Partisi’ne istihbarat veriyor, Padişah pek çok konudan habersiz bırakılıyordu.
İşte bu durum, Sultan II. Abdülhamid’i, doğrudan kendisine bağlı bir istihbarat teşkilatı kurmaya mecbur etti. Yıldız İstihbarat Teşkilatı bu ihtiyaçtan doğdu.
Teşkilat, emsallerinden farklı olarak devlet yerine Abdülhamid Han’a bağlıydı.
Özellikle Ermeni komitacılara ilişkin bilgi topluyor, komitacıların nefes alışlarını bile izliyordu.
Bununla birlikte yurt dışında da oldukça iyi organize olmuştu. Paris, Roma, Londra gibi Avrupa’nın önemli merkezlerinde organize olmuş, başta “Jön Türkler” olmak üzere, saray aleyhtarı kişi ve kurumları yakından takip etmiştir.
Çok kısa sürede geniş bir coğrafyaya yayılan ajanlar (hafiyeler) sayesinde Padişah’a, ayda 3 binden fazla istihbarat (jurnal) geliyordu.
Teşkilat, 1908 yılında Sultan II. Abdülhamid’in tahttan indirilişine kadar faaliyetlerine devam etti.
II. Abdülhamid, hatıratında bu kurumun kuruluşuyla ilgili olarak şöyle diyor:
“Yabancı devletler kendi emellerine hizmet edecek kimseleri vezir ve sadrazam mertebesine kadar çıkarabilmişlerse, devlet emniyet içinde olamazdı. Doğrudan doğruya şahsıma bağlı bir İstihbarat Teşkilâtı kurmaya, bu düşünce ile karar verdim. İşte düşmanlarımın Jurnalcilik dedikleri teşkilât budur.”
Teşkilat kapatıldıktan sonra, yüzbinlerce istihbarat bilgisi saraydan alınarak yakılmıştır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.