Yumurta mı dayaktan çıkmıştır, dayak mı yumurtadan?
Size üç haber taslağı sunacağım. Birincisinin başlığı 'Taksim'de özürlü vatandaşa polis dayağı'. "Nöbet noktasına yaklaşıp adres soran vatandaşı tartaklayıp yere düşüren polis, infiale sebep oldu.
Medyaya yansıyan görüntüler üzerine muhalefet, emniyet müdürü ve içişleri bakanının istifasını istedi." İkinci haberin başlığı 'Bu ne tahammülsüzlük?' "Bilkent Üniversitesi'nde konferans vermeye giden eski Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk'ün korumaları, protestocu öğrencileri karga tulumba dışarı attı. Tepkiler üzerine Bakan Türk, hakkındaki tehditleri gerekçe göstererek korumalarını savundu." Son haber ise şöyle: "Kahraman polis. Dolmabahçe'de gösteri sırasında ayağı takılarak yere düşen kız öğrencinin imdadına polis yetişti. Göstericiyi ambulansa kadar taşıyan polis, takdir topladı."
Aslında bu metinler küçük farklarla gerçek haberlerden alındı. Taksim'de polisin ittiği kişi canlı bomba çıktığı için polis kahraman oldu. Bu hareketiyle onlarca kişinin hayatını kurtardığı belirtilerek takdir edildi. Eski Bakan Türk'e yaklaşanların ise suikastçı olduğu anlaşıldı. İki olay da polisin, nasıl zor ve hayati kararlarla burun buruna görev yaptığını gösteriyor. Haşim Kılıç'a yumurta atıldığında sahneye fırlayan korumanın elinde suikastçılara karşı kullanılan çelik çantanın olması dikkat çekiciydi. Danıştay saldırısının yaşandığı ve Anayasa Mahkemesi Başkanı Tülay Tuğcu döneminde dolaşan suikast iddiaları sebebiyle polisin gerginliği normal. Ancak bu gerginlik, yapılan hataları görmezden gelmemizi gerektirmiyor. Maalesef yukarıdaki üçüncü haber de tersiyle gerçekleşti. Polis, yere düşen öğrenciyi tekmeledi, kalabalıktan koparıp etkisiz hale getirdiği eylemciyi tartakladı.
Polisin, lüzumu halinde zor hatta silah kullanması sadece bir yetki değil, aynı zamanda görev. Beşiktaşlı taraftarların polis barikatını aşarak Bursalı seyircilerin bulunduğu alana ulaşması gibi; ihtiyaç halinde orantılı ve caydırıcı biçimde zor kullanmadığında toplumun güvenliği riske girecektir. Caydırıcı gücü başlangıçta gösteremeyen polis, taşkınlık yapan ve birbirini yaralayan taraflara meydan dayağı atarak kontrolü ele almaya çalıştı. Öğrenci olaylarında karşılıklı itiş kakış esnasında yaşananlar çok eleştirilmiyor. Zira teçhizatlı ve eğitimli olan polisin tokuşmada ayakta kalması normal ve gerekli. Eleştirileri çoğaltan ve haklılık kazandıran, yere düşene veya enterne edilmiş olana vurmaya devam etmek.
Üniversiteleri kızıştırıp sokağı ateşe vermek için organizasyonlar yapılıyor olabilir. Bunların kaos ortamını hedefleyen demokrasi dışı güçler olma ihtimalini de yabana atmıyorum. Belki tam da adı geçen senaryolar dikkate alınarak polis daha özenli davranmalı. Bahse konu hatalar iki kötü sonuç doğurur. Öncelikle Turhan Selçuk'un bile teşekkür ve takdir ettiği polis imajı yıkılır. Sistematik işkenceyi kitabından çıkaran teşkilatla ilgili yeniden soru işaretleri belirir. İstanbul Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın, İstanbul'da 1 Mayıs paranoyasını bitiren kişi olarak biliniyor. Kimsenin burnu kanamadan gösterilerin yapıldığı 1 Mayıs'tan sonra takdir toplamıştı. Son olayda göstericilerin 'bizi amirler korudu ve kurtardı' şeklindeki tanıklıkları satır aralarında kaldı. Bunlardan hareketle yaşananların 'hata' olduğu ve sistematik tavra dönüşmediğini söylemek mümkün. İkinci ve daha önemli mahzur ise polis, psikolojik baskı altında kalıp görevde çekingen davranabilir. O zaman hem güvenlik riski büyür hem de antidemokratik oluşumlarla mücadele zaafa uğrayabilir.
Gelelim kürsüdeki hatibi konuşturmamanın demokratikliği tartışmasına. Fikre fikirle cevap vermeyip susturmayı seçmek bence acizlik ifadesi. Siyasal muhalefetin boşluğundan şikâyetçiydik; sivil muhalefetin de sadece slogan ve yumurta nişancılığının arkasına saklanması üzücü. Koskoca Mülkiye'nin söyleyecek söz bulamayıp yumurtaya sarılması manidar. 'Dayak mı öncedir, yumurta mı?' tartışmasını da çok anlamlı bulmuyorum.