Yargıyı yargılamak ve Profesör Haberal (2
Evet, yargı kararlarında belli bir standardın tutturulabilmesi, milletin bu kuruma ve mensuplarına olan saygısının devam edebilmesi ve de vatandaşların devletine gönüllü bağlılığının sürdürülebilmesi için bu ve benzeri umdelerin (geçen hafta sözünü ettiğim; kendi vicdanında haklı olmak, aile nezdinde haklı olmak, halk nezdinde haklı olmak, kanun önünde haklı olmak ve Hakk’ın önünde haklı olmak) özellikle yargı mensuplarınca şiar edinilmesi gerekiyor...
Kararlar verilirken mutlaka meri hukuk yanında doğal hukuk, evrensel hukuk ve inanç, gelenek, teamül, yaşanan gerçekliklerle oluşan yerel kültürün de göz önünde bulundurulması elzemdir. Kanunun sadece lafzı değil ruhu da önemsenmeli, sonuçta verilen karar kişi ve kamu vicdanında yer edebilmelidir. Zira kararı verenler belki farkında olmayabilir ama bir saatlik gözaltı ya da adliyeden adrese gelen bir küçük sarı zarf bile sade vatandaşlar için büyük bir travmadır. Bu noktada hüküm verenlerin empati yapması şarttır.
Üzerinde çok şey konuşulabilecek (aslında konuşulması da gereken) bu konuyu, ilk duyduğumda hemen gönlüme sinen bir menkıbe ile tamamlamak istiyorum. (Mizansen ve düzenleme bana aittir Ş.Ş.)
Tarihte bir gün, Kanuni Sultan Süleyman’ın orduları yeni bir sefere çıkmıştır. Ovalar yürünecek, dağlar aşılacak, düşman üstüne varılacaktır.
Ordu dar bir patikadan geçmektedir. Her nedense köklerinden kopmuş, her yanı karıncalarla sarılı dev gibi bir ağaç boylu boyunca yola devrilmiş, geçişi tıkamıştır. Levazımat taşınamamakta, asker yoluna devam edememektedir.
Başka çaresi yoktur. Her ne şekilde olursa olsun bu mania aşılacaktır... Aslında, sorun ağacın ağırlığı, büyüklüğü filan değil karıncalardır... Evet, karıncalar!
Durum Vezir-i Azam’a arz edilir. Padişahın mahlûkata karşı hassasiyetini iyi bilen vezir, ne yapılacağı hususunda çok düşünür ama kesin bir karara varamaz. Padişahtan ferman alma gereği duyar.
Kanuni de bu çok özel durum için kararsız kalır ve Şeyhülislâm’dan fetva ister. Aynı zamanda şair olan Padişah, bunu zarif bir beyitle dile getirir:
“Eğer bir ağacı sarar ise karınca
Bir şey lazım gelir mi karıncayı kırınca.”
Cevap aynı zarafette ve dahi cihan padişahını titretecek kudrettedir:
“Yarın Hakk’ın huzuruna varınca
Hakkın alır sultanından karınca.”
Evet, öyle bir yargı ki Şemdinli olayları için (tabii ki görevi gereği) sadece bir iddianame hazırlayan Savcı Sarıkaya’ya dünyayı dar ediyor ama “Ergenekon terör örgütü üyesi olmak, görevi kötüye kullanmak, tehdit ve iftira” gibi suçlamalarla tutuklanan Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner’i, fotokopi belgelerden(!) oluşturulduğu iddia edilen bir dosya ile salıveriyor!?! Ya da bir mahkeme heyeti, asker (generaller de dâhil) ve sivil 100’den fazla insan hakkında tutuklama kararı çıkarıyor, diğer bir mahkeme ise herhengi bir işleme gerek duymadan, hiçbir şey yokmuş gibi bu kararı kaldırıyor!?
Başka faktörler de var mıdır, yoksa bütün bunlar gerçekten ve sadece, hâkimlerin hukukun gereği olarak vermiş oldukları kararlar mıdır, bunları tam olarak bilemeyiz elbette. Birincisini söylemek bir iddia olur ki bu iddiayı ispatlayamayız. İkincisine “Evet” demek ise, aynı dosya ile ilgili olarak birbirinin tam tersi yorumları kabul etmek anlamına gelir ki onun da akla mantığa sığar tarafı yok.
Ben bu çelişkili durumlara, “sağlık-hukuk ortak yapımı”, yani meslektaşlarımın da dâhil olduğu bir garabetle değinmek istiyorum.
Bilindiği gibi yaklaşık bir buçuk yıl önce, Başkent Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Mehmet Haberal Ergenekon davasıyla ilgili olarak tutuklandı. Aynı zamanda ünlü bir organ nakli uzmanı ve iş adamı olan Haberal el sallayarak, gülücükler dağıtarak girdiği cezaevinden birkaç saat sonra “hayati tehlike arz eden kalp rahatsızlığı” şikâyetleriyle hastaneye kaldırıldı. (Gitti mi demek lazım, bilmiyorum!) Ve o gün bu gündür hastanede.
Şimdi, olayın hukuki yanını; yani bir insanın bir buçuk yıl boyunca hüküm giymeden (suçluluğu ispat edilmeden) içeride tutulup tutulamayacağını, bunun gerçekten (adaletin tecellisi açısından) gerekli olup olmadığını, olayın insani yönünü filan bir tarafa bırakalım. Hep konuşuluyor, tartışılıyor bunlar çünkü. Ama yine de söylemem gerekiyor; hiç de içime sinen bir durum değil bu. Allah başa vermesin... Amin.
Bu makalede asıl üzerinde duracağımız konu olayın başka yönleri: Sayın Hoca nasıl oluyor da bir buçuk yıldır hastanede tutulabiliyor? Tahliye edilmeyişine dair yaptığı itirazla hâkimleri nasıl mahkum ettirebiliyor? Bu karar yargı sistemimiz için gerçekten kötü bir şey mi?
Kısmet olursa haftaya devam edecek.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.