Kaybettirenle ve kazandıranlar
Elbette aksini söyleyen de olacak, ama körü körüne yanlışlarda inad etmek Türkiye’ye çok şey kaybettirdi. En başta ‘İslâm dini’nin; gelişmeye ve ilerlemeye karşı olduğunu söylemenin neye mal olduğunu hesaplayabildik mi?
“İslâm dinî gelişmeye ve ilerlemeye manidir, o halde bundan uzak duralım” demek; güneşin dünyaya ‘karanlık’ yaydığını iddiâ etmekten farksızdır. Ne yazık ki Türkiye’yi ‘idare eden’ler uzun yıllar bu iddiâyı dillendirmiş ve sistemin temelini de bu anlayışla atmışlardır.
Bir dönem Erzurum Milletvekilliği de yapan merhum Osman Demirci Hoca, konuşma ve vaazlarında İslâmın terakkîye, yeniliğe, icada mani olmadığını anlatırken Asr-ı Saadetten bir misâl verirdi. Buna göre, Ashâb-ı Kiram’dan Temim Dârî (r.a) Şam’dan gelirken yanında kandil, yağ, ip ve fitil getirmiş. Bunlarla Mescid-i Nebevî’yi aydınlatmış. Buna çok sevinen Peygamber Efendimiz (asm), “İslâm’ı aydınlattın. Allah da seni dünya ve âhirette nurlandırsın” buyurmuş.
Bu misâl, denizden bir katredir. Müslüman ilim öncülerinin ilim sahasında yaptıkları çalışmaları bizler bilip yeterince takdir edemiyorsak da, Avrupalılar biliyor ve takdir ediyor.
Türkiye olarak idarecilerimizin uzun yıllar görmezden geldiği, görmezden gelmek ne kelime, susturmak istediği bir ‘müceddid âlim’e, Üstad Bediüzzaman’a ve eserlerine sahibiz. Bu eserlerin kıymetini de ‘yöneticilerimiz’ yeterince takdir etmese de gerçekleri gören Avrupalılar çoğalıyor. Meselâ, Alman gençlik hareketlerinin önde gelen isimlerinden biri olan ve Türkiye’nin AB üyeliğine destek veren makalesiyle gündeme gelen Michael Sendker, Bediüzzaman’ın görüşleri doğrultusunda hareket eden bir Türkiye’nin uzun yıllar öncesinde Avrupa ülkeleri seviyesine gelebileceğini hatırlatmış.
Arkadaşımız Umut Yavuz’un soruları üzerine değerlendirmelerde bulunan Michael Sendker şöyle demiş: “Said Nursî, din ve modernitenin birbiriyle bağlantılı olması gerektiğini düşünüyordu. Onun din ve modern bilimleri bir arada okutacak bir üniversite fikri bu öngörüsünü karşılamaktaydı. Nursî böylece geleceğin bilim ve teknolojide olduğunu kabul ediyor, ancak bunları dinden soyutlandırdığınız zaman tehlikeli olacağını ifade ediyordu. Hatta o, bazı konuşmalarında, kendi çağdaşı olan bazı alimlerin adeta bir orta çağ kalıntısı olduğunu söylemekteydi. İşte bundandır ki, Osmanlı Devleti’nin çöküşünü başkalarının aksine İslâm dinine değil, fakirlik, cehalet ve ihtilâfa bağlıyordu.”
“Bence Said Nursî muhteşem bir kişiliktir” diyen Michael Sendker, şunları da söylemiş: “Eserlerinin bir yerinde Nursî’nin Avrupa’yı iki kısma ayırdığına şahit oluyoruz. 1930’larda kaleme aldığı bu eserinde Nursî, bir iyi bir de kötü Avrupa’dan bahsediyor. Kötü Avrupa’nın neticesinde ateizm ve dinsizliğin ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Bu husus Hristiyanların da eleştirdiği bir gerçek. Kötü Avrupa’nın karakteri olan dinsizlik ve sekülarizm aynı zamanda Papa VI. Paul ve Jesuits, Bonhoeffer vs. gibi bir çok Avrupalı Hristiyan tarafından da eleştirilmekte, kınanmaktadır.”
Aynı zamanda Münster Üniversitesinde Katolik Dini ve Latince öğrenimi gören Michael Sendker, Türkiye için çarenin “Bediüzzaman’ın fikirlerini dinlemek”te olduğunu söylüyor. Çok haklı. Zaten ‘yönetici’ kademesinde olmasa bile Türkiye’deki milyonlar onun tesbitlerini dinliyor, tasdik ediyor ve eserlerinden istifade ediyor. Türkiye’ye kaybettirenler ve kazandıranlar var. Şükür ki, Bediüzzaman ‘kazandıran’ların en başında. Gerisini ‘kaybettiren’ler listesinde olanlar düşünsün...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.