Liderin mi Halkın mı Adayı?
Yeni bir seçim adım adım yaklaşmaktadır. Sanırım mevcut milletvekillerini bir sancıdır almıştır şimdiden, “acaba tekrar aday edilecek miyiz, acaba edilsek bile yeniden seçilebilecek miyiz?” diye.
Liderleri de bir düşünce almıştır sanırız, “acaba kimleri tekrar aday etsek, kimleri yaptıklarından dolayı cezalandırsak, kimlerin mecburiyetten ötürü üstünü çizsek?” diye.
Bu “adayları liderlerin seçmesi” meselesi ülkenin en büyük sorun ve ayıplarındandır maalesef. Böyle bir seçim sistemi halkın iradesini mümkün değil, gerçekleştiremez. Kaç defa yaşayarak gördük bunu değil mi?
Ak Parti bunu neden adına uygun bir şekilde adalete bağlamaz? Bu ayıp onun yüzünde hep yapışık kalacaktır. Ellerinde imkan varken neden bu işi gerçek demokrasilerde olduğu gibi halka bırakmazlar? Onlarda da mı jakoben anlayış var yoksa? Onlarda mı halka güvenmiyorlar, yoksa milletvekillerine mi, konjoktör efendiye mi bu güvensizlik? Yoksa çıkar kaygısı mı var bu kulak üstüne yatışta?
Keşke bunu çıksalar da açık seçik anlatsalar halka. Değilse hep suçlanacak ve ayıplanacaklardır haklı olarak.
Adayların tespitinde halkın isteklerinin veya tersinin ne denli önemli olduğu öne çıkan bir durum olarak her zaman vurgulandı. Biz de bunu zaman zaman vurgulamış ve “Halka kulak vermeyenler, cezasını çekmeliler” demiştik.
Yasama ve yönetme büyük bir sorundur. Hatta “İnançta Arınma” ve “İlim ve İktidar” kitaplarımızda açıkladığımız gibi, doğrudan imana varıp dayanan büyük bir sorumluluktur, dağ gibi ağır bir emanettir ve mutlaka ehline verilmelidir. Emaneti ehline vermeyenler, unutmasınlar ki, kendilerine de, dinlerine de, milletine de, tarihine de ihanet içindedirler.
Acaba ehli kim?
Ehli, bedeni görevi yerine getirmeğe elverişli olacak kadar sağlam, bu işi götürebilecek bilgi ve tecrübesi yerinde, ahlak ve erdem açısından mutlaka faziletli bir insandır. Göreve talip olmama, bu konuda hırs göstermeme de, İslamî yönetim biçiminde bir edep olarak sayılmıştır.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v)in hadislerini incelediğimizde idareciler ve hakimler için çok büyük sorumluluklar ve o nispette de mükafatlar verildiğini görürüz.
Peygamberimizin idareci seçerken aradığı ilk özellik, kişinin o işe ehil, yani o işi yürütecek donanımlara sahip olmasıdır. Bu aynı zamanda Allah'ın kesin bir emridir de.( Nisa, 58)
Onun için İslam’da usul ve gelenek, yönetime talip olmamaktır. Görev, isteyene özellikle verilmez. Bu prensip şüphesiz ki, devlet başkanı yada ona niyabeten atama yapacak olanların işini kolaylaştırmıştır.
Konuyla ilgili şu hadisleri örnek verebiliriz: Abdurrahman ibnu Semure (ra.) anlatıyor: "Resullullah (a.s) buyurdular ki:
-Ey Abdurahman! Emirlik isteme. Eğer senin talebin üzerine sana emirlik verilirse, istediğin sorumluluğun şeyi sana yüklenir. Eğer sen talibi olmadan sana emirlik verilirse, o işte yardım görürsün. Bir iş için yemin eder, sonra da aksini yapmakta hayır görürsen, daha hayırlı gördüğün ne ise onu yap, ettiğin yemin için de keffarette bulun." (8 Buhârî, Ahkâm 5, 6, Eymân 1; Müslim, İmâret 19, (1652); Ebü Dâvud, Harâc 2, (2929); Tirmizî, Nüzür 5, (1529); Nesâî, Adâbu'l-Kudat 5, (8, 225))
Hadîs-i şerîfte sözü edilen yöneticilik, valilik, kaymakamlık, belediye başkanlığı gibi devleti ve milleti temsil etme görevidir. Peygamber Efendimiz devletin gücünü kudretini temsil edecek kişilerin bu göreve lâyık, şahsiyetli, bilgili ve işinin ehli kimseler olması gerektiğine işaret buyurmakta, makam ve mevki heveslisi değersiz ve şahsiyetsiz kimselerin böyle önemli mevkilere getirilmemesi icap ettiğini hatırlatmaktadır.
Zira koltuk sevdasına kapılmış olan menfaatçiler, o makamlardan hesapsız çıkarlar elde etmeyi umdukları için, araya hatırlı kimseler koyarak, hatta gerekirse büyük rüşvetler vererek göz diktikleri mevkileri elde etmek isterler.
Sonuçta bir kimse böyle önemli görevlere lâyık ise ve bu hizmet devleti yönetenler tarafından kendisine teklif ediliyorsa, görevi kabul edip devletine hizmet etmelidir. Kendisi tâlip olmadığı halde lâyık görülerek iş başına getirilen kimse, Peygamber Efendimiz’in belirttiğine göre, Cenâb-ı Hakk’ın yardımını görür ve işinde başarılı olur.
İnsanın geçimini temin etmek için yöneticilerden yapabileceği bir iş istemesi, elbette bu yasağın dışında kalır. Hatta kendi kabiliyet ve kıymeti bir bölgede tanınmadığından dolayı görev verilmeyen adamın, kendini tanıtmasında ve görev istemesinde bir zarar yoktur.
Çağımızda olduğu gibi ehliyetten uzak insanların elinde gittikçe bozulmağa yüz tutan devlet çarkını, bilgisiz, beceriksiz, zayıf ve çıkarcı ellerden kurtarmak için, bilgi, beceri ve ilkeli olmak gibi özellikleriyle ehliyetine güvenen olgun Müminlerin, görev için kendini tanıtması yadırganmaz.
Hz. Yusuf (a.s) da böyle yapmıştı değil mi? "Yusuf: "Beni memleketin hazinelerine memur et. Çünkü ben korumasını ve yönetmesini bilirim" dedi.”( Yusuf; 55)
Bakalım bu seçimlerde halkın istek ve arzuları ne derece seçmen listelerine yansıyacaktır. Eğer buna dikkat edilmezse, halkın şamarı er ya da geç onu dikkate almayanların suratında patlayacaktır.
Her şey gibi halk da değişmektedir. Halk sürü değil, söz sahibi olduğunun bilincindedir artık. Bunu görmeyenlere o şamar gösterecektir elbette.
“Denemesi bedava” diye bir söz vardır. Ama bu sahiden bedava mıdır acaba?